Bir ilişki ya da evliliğin yürütülememesinin temel nedeni, iki kişiden birinin emek vermeyi bırakmış olmasıdır. Her fırsatta ilişki, evlilik ve sevginin, emeğin bir sonucu (fonksiyonu) olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. İki kişi arasındaki duygular, dürtüler karmaşık bir düzende oluşur. Bu karmaşık transferin okunabilir ya da anlaşılabilir hale gelmesini sağlayan şey ise bilmektir. Havada uçuşan feromonları anlayıp, tanımlayabilmek kolayca yapılabilecek birşey değildir. Basit bir örnek vermek gerekirse; aşk ve hoşlanma duygusu, insan davranışının dışarıdan gelen uyarıya istem dışı verdiği tepkisi veya sinirsel etkinliğidir (refleksidir). Refleks bilinçli bir davranış modeli değildir. Bu duyguya neden olan, yalnızca karşıdaki kişinin görünümü, duruş, giyiniş, konuşma veya statüsü olabileceği gibi feromonların etkisi olabilir. Bunlar sizi etkiler ve tepkisel olarak ya hoşlanırsınız ya da hoşlanmazsınız. Bazı insanlarda daha derin etki bırakır; hoşlanma duygusu daha yoğun hissedilir ve adına aşk dersiniz. O kişiyi yakından tanıdığınızda bu duygunuz değişir ve kişinin karakteri, davranışları, konuşması, düşünceleri sizi ya hayal kırıklığına sevk eder ya da birlikte olmaya ve sevmeye başlarsınız. Sevdiğiniz, o kişinin karakteridir. Hoşlanmadığınız kişiyi sevemezsiniz diye kabul edilir; öte yandan sevmediğiniz kişiden ise hoşlanmazsınız. Bu ifadeler yüzeysel tanımlamalardır. Başta hoşlanmadığınız bir kişiyi daha sonra sevebilirsiniz. Çünkü sevgi duygusu; karşınızdaki kişinin karakterini tanıdıkça gelişen bir duygudur. Fakat sevgi ve ilişkinin ulaştığı seviyeyi koruyabilmesi için emek vermelisiniz ki bu bilinçli bir davranış modelidir. Aksi durumda kendiliğinden (doğal olarak) bu duygu seviyesinin sürmediğine şahit olursunuz.
Emek, tarifi çok geniş bir kavramdır. Her iki kişinin emek kavramını anlama ve tanımlama becerisi birbirine yakın olmalıdır. Tek yönlü emek çalışmayacağı (bir kişinin emeği) gibi çok farklı aile kültürlerinden gelen kişilerin veya çok farklı gelişmişlik düzeyine sahip kişilerin, emeği algılama seviyeleri farklı olacağından yine çalıştırılması kolay değildir. Örneğin ailesinde ayrılma yaşamış ve sokakta yetişmiş biri ile sıcak bir aile ortamında yetişmiş birinin evlilik ilişkisi ciddi çatışmalara ve çok farklı emek algısına neden olacağından, ilişkinin yürütülmesi kolay değildir. Duygusal tatmini dışarıda arayan biri ile kurduğu ilişki içinde arayıp, yürütmeye çalışan birinin, evlilik ya da ilişkisinin sürmesi de çok güçtür. Bu tip örnekler genellikle ilişkiyi sürdürmeyi başaramazlar. Çünkü uyumlu bir model oluşturabilecek yeterli parametre bulamayız. İlişkilerinin aşk veya hoşlanma refleksi ile başlamış olduğunu ancak emek-statü-karakter-aile vs. parametrelerin uyuşamadığını tespit ederiz. Gelişmiş bir kişi ile az gelişmiş ya da gelişmekte olan kişi arasında önemli bir eşik vardır. Tıpkı gelişmiş bir ülke ile gelişmemiş bir ülke gibidirler. Basit bir örnek vermek gerekirse; İsveç ile Nijerya gibidirler.
Gelişmiş bir insanda, benlik duygusu zayıflamış ve yerini eşitlik (saf sevgi) duygusu almıştır. O insan için tüm canlılar ve kendisi daha eşittir. Sınıflar arası katmanlar silikleşmiştir. Gelişme sürecinin üst seviyelerine yaklaştıkça sınıflar arası katmanlar azalır ve kişinin benliği tüm canlılar ile eşitlenir. ID minimize olmuş ve hatta silinmiştir. Bu seviyedeki biri için itme-çekme psikolojisini çalıştıramazsınız; kaldı ki hiçbir durum için buna ihtiyaç duymazsınız. O insanın benliği saf bir sevgiye dönüşmüştür. Ya da saf sevgi eşiğine yaklaşmıştır. Bu eşiğe yaklaştıkça benlik ve id azalır. İnsanın o ilkel (vahşi) tarafının kalmadığını yada zayıflamış, azalmış olduğunu gözlemlersiniz.
Tek bir sineği bile öldüremediğini, yerde gördüğü bir solucanı alıp uygun bir yere taşıdığını görürsünüz. Çiçekleri koparamaz, ağaçların dallarını kırmaya çekinir. Sokakta bir köpek ya da kediyle karşılaştığında onu sevmeye çalışmaz aksine sevgiyle bekler ve ona yol verir. Hatta yürürken karıncalara basmamaya özen gösterdiğini; yer yer sağa sola zıpladığına şahit olursunuz. O seviyeye yakın bile değilseniz; adamın deli olduğuna yemin edebilirsiniz. Hele ki bir sebeple bir yılanı öldürmek zorunda kalmışsa, günlerce çektiği azabı gözlerinde izleyebilirsiniz. Aylar boyunca o yılandan özür dilediğini duymazsınız ama bilmelisiniz ki özür dilemektedir. Böyle bir insanın sevgisini kavrayamazsınız. Hele ki benlik duygunuz yüksekse; herşey ya size baskı gibi gelir ya da tam bir paranoyak saçmalıktır.. anlama ihtimaliniz tam olarak imkansızdır.
Tibet yaylalarında yaşayan halkın ağızlarını bir örtü ile sardığını gördüğünüzde ya dini bir nedenle yaptıklarını sanırsınız ya da örf adetleri, giyim şekillerinin öyle olduğunu düşünürsünüz. Sormayı konuşmayı düşünseniz de; sebebini anlama ihtimaliniz yoktur. Çünkü; havada uçuşan minik sineklere zarar vermemek için ağızlarını örttüklerini söyleyemezler. Nasıl anlatsınlar ki.
Kırlık bir vadide, toprağa çekine çekine basan, başı yerde birini görürseniz bilin ki böceklere, taçlanmış çiçeklere, karıncalara basmadan, toprağı incitmeden yürümeye çalışıyordur. Sonra kendi kendinize sorun.. Ben insanlık serüvenin neresindeyim diye.. Eğer bunu bile soramıyorsanız; bu yazıyı okumanıza hiç gerek yok bence..
Sevgiyle esen kalın..
No comments:
Post a Comment