Friday 22 January 2016

Aklımdakileri anlatmayı seçiyorum..

Nasıl bir başlık koymalı diye düşünüyorum. Eğer bugün ele alacağım konunun ana fikrini anlatan bir başlık atmak istesem; çok sıkıcı ya da belki de ilgi çekici olmayacak. Öfff..bunu okumaya ne gerek var ön yargısı okura ulaşmayı zorlaştıracak. Eğer ilgi çekici ve etkileyici, insanların genellikle ilgi duydukları bir konuya atıfta bulunan bir başlık koysam; bu kez de konu bütünlüğünü vermediğini düşüneceğim. Acaba nasıl bir başlıkla başlamalı? Bu kez konunun başlığını size bırakıp; aklımdakileri anlatmayı seçiyorum.

Bir insana kendi yaşamıyla ilgili bir soru soracak olursak; büyük olasılıkla kendini tanımlamayı es geçip, yaşamının nasıl olduğunu anlatmaya başlayacaktır. Harika bir yaşamım var; eşim, sevgilim, aşkım, çocuklarım, ailem diye konuya başlayıp; anlatmaya koyulacaktır. Bazı insanlar ise; istemediğim ancak yaşamak zorunda olduğum bir hayatı yaşıyorum diye anlatacaktır. Bir köküm yok; eşim, aşkım yok; yalnızım diye yakınacak ya da çok zor şartlar altında üç kuruş parayla yaşamımı sürdürmeye çalışıyorum diyecektir. Yalnız olan insanların, tek başlarına var olmayı beceremediklerinden, arkadaşlar ya da sevgililer peşinde koştuklarını görürsünüz. Ya da birinin yanına sığındım diyenler olabileceği gibi; evimin kirasını denkleştirmekte çok zorlanıyorum diye devam edenler de olacaktır. Hatta yaşamım bombok diyenleri bile duyar gibiyim. Çok az insanın istediği hayatı yaşadığını ve yaşamından mutlu olduğunu anlatacağını kestirebiliyorum. Daha sonra ise; muhtemelen hayallerinden, dualarından, beklentilerinden bahsedecektir. Bazıları ise; artık hiçbir beklentim, umudum yok diye devam edecektir. 

Birçok insan için yaşam, iyi bir gelir kaynağı ve mutlu bir hayattır. Mutluluk anlayışı her insana göre değişebildiği gibi; ortalama bir mutluluk anlayışı da vardır aslında. İyi bir eşi ve mümkün olduğunca az sorun çıkartan çocukları, evi, geleceğe dair fazlaca bir endişesi olmamak ortalama mutluluğun yanıtıdır. Kimilerine göre mutluluk, daha çok gezmek ya da daha çok aşk yaşamak ya da belki istediklerini her zaman yapabiliyor olmaktır. Bana göre ise; yaşamın anlamı ve mutluluğum, doğanın kendisi ve öğrenmektir. Yaşam, öğrendiğimiz bir yolculuktur bana göre.

Sosyoloji, psikoloji üzerine araştırmalar yaptığınızda; istatistiklere baktığınızda; insanın, kendini tanıma serüveni olan yaşamında; hayatına ve kendisine dair bu açıklamaları yaptıklarını bulabilirsiniz. Oysa yaşadığı ülkenin, sonra kentin ve kendi sorunları dışında başka bir bakış açısına sahip olmadıklarını görürsünüz. Düşünebildikleri en büyük düşünce, ekonomik-siyasal sistemler ve tuttuğu takımın o yıl uefa şampiyonlar ligindeki başarı ya da başarısızlıkları olacaktır. Toplamda insanların, çocuk peşinde, para peşinde, raketle-sopayla-elle-ayakla top peşinde koştuklarını öğrenirsiniz. Ne yaşadığı gezegenin ne de o gezegende yaşamı paylaştığı canlılar ile ilgili bir görüşü vardır. Genellikle klişe öğrenilmiş cümleler ile size yanıt verdiğine şahit olursunuz. Eğer hayvanlarla ilgili soru soracak olsanız; konuyu çiftliğindeki hayvanlara, hayvan haklarına ya da evinde beslediği kedi-köpeğe bağladığını dinlersiniz. Eğer bitkiler ile ilgili soru soracak olsanız; tarlasında, bahçesinde, balkonunda yetiştirdiği bitkileri dinlersiniz. Ya da sevgilisinin ona aldığı çiçekleri veya almasını umduğu fakat almadığı hediyelere bağladığına şahit olmak zorunda kalırsınız. Bazıları ise konuyu, evlilik yıl dönümünde tek başına sofrada nasıl eşini beklediğini; eşinin anımsamadığını ve üzüntüsünden içerek sarhoş olduğuna kadar götürür.

Siz, şey.. konumuz bitkilerdi.. diyecek olursunuz ama o kişi, size hayatının nasıl berbat olduğunu anlatmayı sürdürecektir. Zavallı sosyolog ve psikologların yaptıkları araştırma sonuçlarının nasıl da insanı hayrete düşürdüğüne şaşmamak gerekir. Bu araştırmaların bize anlattığı; egosunun tatmini ve kendi mutluluğundan ötesini düşünemeyen ortalama insanın; nasıl bir yaratığa dönüştüğünü kanıtlamaktan öte bir anlamı daha vardır. 

Yapılan araştırmalar ve olasılık hesaplarının , 7 milyar dünya nüfusunun; 2030 yılında 8 milyarı ve 2050 yılında 9 milyarı aşacağı öngörülüyor. Bugün dünya nüfusunun %49'u besin bulma zorluğu çekiyor.  Dünya üzerindeki tarımsal arazi toplam kara parçalarının %24'ü ve 2050 yılında %29 artacak olan toplam nüfusa karşın tarımsal arazi alanının %20'e azaldığına şahit olacağız. Bu demektir ki; azalan tarımsal arazi daha fazla insanı beslemek zorunda kalacaktır. Azalan temiz su kaynakları ve dünya atmosferinin sera etkisi altında ısınması ve ozon tabakasının ultraviyole ışınlarını süzememesinin, bitkilerin gelişim ve besin değerlerinin azalmasına neden olacağını da hesap edersek; insanın yaşam anlayışını, öğrenme seviyesini değiştirmek zorunda kalacağını kolayca görebiliriz. 

Bazı komik kişilerin, besin hapları alarak devam edebiliriz demesi beni en çok güldüren konuların başında geliyor. Temelde bilmedikleri; bitkilerin tüm tarihi etkileyip, şekillendirdiği gibi; bugün elimizdeki teknolojiyi, bitkilerin ürettikleri ile elde ettiğimiz olduğu kadar hayvanların ve bizlerin besin, ilaç kaynaklarımız olduğu ve soluduğumuz havanın, dinlediğimiz müziğe her bir hammadde ve ürünün bitkilerin üretimi olduğudur. Herkesin bildiği en basit ağrı kesici-ateş düşürücü asprin, söğüt ağacından üretilmiştir. Söğüt ağacının ürettiği bir üründür. Araçların tekerleri kauçuk ağacının ürünüdür. Petrol, doğal gaz, kömür, elmas ağaçların ürünüdür sonuçta. Biyokimyasallar, Bio yakıtlar bitkilerin ürünüdür. Giyisilerimiz bitkilerin ürünüdür. Sentetik olarak elde ettiklerimiz dolaylı ya da dolaysız bitkilerin ürünüdür. 

İnsanın yerleşik yaşama geçmesi ve evrimleşmesi tarım ile başlamıştır. Bunun başlangıcı doğal buğdaydır. Doğal buğdayı (wild wheat) besin olarak kullanmaya başlayan insan; tarımı; pamuk ve hayvanların derileri, yünleri ile giyisiyi öğrenmiştir. 

Sözü çok daha fazla uzatmadan özetleyip tamamlamak istiyorum.
Bitkilerin ve hayvanların varlığı; biz insanların var olabilmesinin ve gezegende yaşamın sürmesinin nedenidir. Vasıfsız ve kendinize acıyan insanlar olarak hayatlarınızı sürdürmek yerine silkelenip; öğrenmekle başlayın. Sonra öğrendiklerinizi yaşamınıza uygulayın. Gezegenin yaşamına adapte olun. Tüketici değil; ihtiyacından fazla tüketmeyen, fikirler-değerler üreten olun. Dünyayı anlayış ve inanışınıza göre şekillendiren değil; gezegene, hayata, ekosisteme uyum sağlamış; duyarlı insanlar olun. Bir bitki gibi, toprak gibi, hayvan gibi yaşayın..
  

No comments:

Post a Comment