Monday 25 January 2016

Kapitalist/Sosyalist sistemler entegre edilebilir mi?

Bugün tartışmak istediğim konu; kapitalist sistemler ile sosyalist sistemler arasındaki farklar ve bu iki sistemin entegre edilmesinin teknik olarak mümkün olup olmadığıdır.
Konuya bakışta ütopik tüm düşünce ve eleştirileri bilimsel olmaması nedeniyle konu dışı bırakacağım. Her ne kadar ekonomik sistemlerin uygulamadaki örnekleri; tanımlandıkları gibi akademik seviyede olmasa dahi; öncelikli olarak bilimsel olarak tanımlanmaları gerekir. Devamını, olumlu ve olumsuz yönlerinin belirlenmesi izler.
Aynı fikirde olmasam dahi; Uygulama alanlarını ise laboratuvar çalışmaları olarak niteleyebiliriz. Çünkü demografik olarak farklı coğrafyalarda ve farklı kültürlerde çalıştırılarak sonuçları tarihe kayıt edilmiştir. 
Ekonomik-Siyasal sistemler yazımda; tüm sistemlerin açıklamalarını çok fazla detaya girmeden vermiştim. Dolayısıyla tekrar aynı tanımları yapmadan; sistemlerin değerlendirilmesine, karşılaştırmalarına ve entegre edilmesi durumunda olası olumlu ve olumsuz yönlerine değinmeye çalışacağım.
Hepimizin yaşamsal deneyimlerimizden görüp, bildiğimiz üzere; kapitalist sistemi çalıştıran ana tema; manipüle edilmediği sürece piyasanın arz-talep dengesidir. Arz, özel firmaların satılmak üzere ürettikleri ürünlerini belirli bir fiyat karşılığında piyasaya sürmeleridir. Talep ise, tüketici kitlenin üretilmiş ürünlere gösterdiği ilgi ve satın alma yönelimidir. Üretim ve tüketim piyasa koşullarını belirler. 

Özel firmalar, kapital sahibi kişi ya da kişilerin birleşmesi sonucunda kurulurlar. Bir veya birkaç kişinin kurduğu firmalar olabileceği gibi yüzlerce ortağa sahip firmalar da mevcuttur. Bu yapı; çalışan (işçi-memur-emekli) ile İşveren sınıflarının oluşmasına neden olmuştur. Sınıflar arası ayrımı belirleyen bir kural ya da zorlama olmamasına karşın işçi sınıfının, işveren sınıfı haline gelmesi ender görülen bir durumdur. Yeni buluşlar ve doğru yatırımlar yapan az sayıdaki kişinin işveren sınıfına geçişi gözlenmiştir. Ve fakat işveren sınıfı kendi içinde kapital gücüne bağlı olarak ayrılmaktadır. Küçük - Orta - Büyük İşverenler olduğu gibi holding, çok uluslu firmalar, tröstler gibi ayrımları da mevcuttur. Özel sektör firmalarının kapital gücü ve hareket alanı genişledikçe sistem üzerindeki etkilerinin arttığı kayıt edilmiştir. Bu etkiler; yalnızca ekonomik faaliyetler olarak kalmayıp; talep edilen yatırımların yapılacağı bölgeyi-coğrafyayı seçme ve siyasal-politik belirleyici etkilerinin olduğu kadar; kendileri ile ilgili davalarda hukuksal konularda da çeşitli ülkelerde belirleyici rol üstlenmişlerdir.

Kapitalist modelde; hükümetlerin sisteme etkisi minimumdur. Sistemin kendi kendini belirlemesine imkan verecek alt yapıyı sunmaktan öteye bir rolü mevcut değildir. Resesyon veya enflasyona neden olacak manipülasyonların engellenmesi ve engellenememesi durumunda sistemin tekrar çalışır hale gelmesi hükümetlerin (devletlerin) görevidir ve bu alanlarda rolü yüksektir. Yol, hava limanı, liman, demir yolları gibi alt yapı çalışmalarını yapmayı ve sistemin işlemesine destek olmayı üstlenir. Projelendirme aşamasında üstlendikleri rolü; yapım aşamasında yine özel sektöre aktarırlar. Sağlık, Ulaşım, ilk-orta öğrenim, üniversite öğrenimi vb. hizmetler özel firmalar tarafından sağlandığı için bu alanlar kapitalist sistemin parçalarıdır. Yine arz-talep dengesi baz alınarak çalışırlar. 

Sistemin en gülünç paradoksu; sayısal çoğunluk bakımından ürün ve hizmetleri satın alarak talebi yaratan sınıf, işçi sınıfının olmasıdır. Sistemin temelinde tüketici memnuniyeti ve sadık tüketici yaratmak olduğu düşünülecek olursa; işçi sınıfının kendi kendini memnun etmeye çalışan rolüne büründüğü anlaşılır. Bu noktada işveren; üretim ve sevkiyat olanaklarını sağlayan ve yalnızca elde edilen gelirin sahibi rolündedir. Başka bir deyişle; yalnızca ortamı hazırlar. Oyuncular kendi oyunlarını oynarlar. Gelir dağılımı açısından değerlendirdiğimizde ise, sistemin başlangıcındaki gibi sürdüğünü tespit ederiz. Yüksek kapitale sahip olanlar yine yüksek kapitale sahiptirler. İşçi sınıfı olarak az kapitalle oyuna girenler yine az kapitalle devam ederler. Sistem bütünlüğü açısından toplamda bir değişim yoktur. 

Diğer bir sorun ise; nüfusun artması ile her iki sınıf grubun arttığı görülür. Sınıfların büyümesi doğu orantılıdır. Buradaki büyüme ifadesi; nicelik bakından artış anlamındadır. Bu durum iki soruna neden olur. Birinci sorun; işveren açısından rekabetin artması ve gelirlerin göreli olarak azalmasıdır. Diğer sorun ise; verimlilik esasına göre çalışan iş alanlarının nüfusa doğru orantılı olarak artmamasıdır. Sonucu ise işsiz sayısının artması olarak görülür. Zamanla işçi sınıfı içinde sınıflar oluşmaya başlar. Göreli olarak yüksek gelirli ve düşük gelirli ve son olarak işsiz (gelirsiz) sınıflar oluşur. Bu durumu vasıflı işçi, vasıfsız işçi ve işsiz olarak tanımlarız. 

Buraya kadar tartıştıklarımız kapitalist sistemin yapısı ve çalışması ile ilgiliydi. Bu noktadan itibaren Sosyalist sistemin yapısı ve çalışması ile ilgili detaylara bakalım. Sosyalist sistemin tanımını anımsarsınız; tüm iktisadi yapının devletin elinde bulunduğu ve işçi sınıfının egemen olduğu sistem olarak tarif edilir. Böyle bir sistemin yaşatılabilmesi günümüz dünyasında (aslında insan ırkının bulunduğu hiçbir ortamda) kapalı bir devlet modeline geçmeden pek mümkün değildir. Bir ülkenin kendi doğal kaynakları, teknolojisi ve üretimi ile kendi kendine yeter olması hayali bir yaklaşımdır. Sınıfsız komünist sistemin tanımı ise tamamen ütopik olduğundan ve ancak ya çok fakir insanlar komünü yaratacağından ya da çok zenginleşmiş atıl geliri olan bir ülkede yaşatılabilme ihtimali olduğundan konu dışı bırakacağım. Komünizm, insan ırkının doğasını ve karakteristik faktörlerini terminolojik olarak doğru tanımlayamadığından kanıtlanamayacak bir teoriden ibaret olmak zorundadır. Fizik'te de buna benzer ütopik hatta saçma teoriler ortaya atılmış; ancak teorileri ortaya atanlar geçen zaman içinde saçma olduklarına ya şahit olmuş ya da öğrenemeden ölmüşlerdir. Buna en tipik örnek, Lord Kelvi'nin 19.yy ortalarında güneş'in ömrünü hesapladığı 26000 yıl ile kanıtladım dediği teorisi ve aynı zamanda evren'de fizik yasası olarak keşfedilmemiş hiçbir şey kalmamıştır gibi ütopik teorilerini okuyabilirsiniz. 


Sosyalist ekonomik sistemin üzerine inşa edildiği fikir; Maslow hiyerarşik modelini devletin tüm insanlara eşit olarak sunmasına dayanmaktadır. Dayandığı teorinin, kaynaklar ve gelirler açısından bir tutarlılığı yoktur. Temel paradoksu, sistemin dış pazara açılması durumunda; dışarıdan gelecek ürünlerin ve özel sermayenin minimize edilmiş arz-talep dengesini talep yönünde bozacağından; aynı zamanda dış pazara satılacak doğal kaynak ve ürünlerin rekabet gücünün sağlanabilmesi için dış pazarın üretim teknolojileri düzeyinde gelişmesi gerekeceğinden teknolojik ithalat ile kapalı sosyalist sistemin sürdürülemez doğal bir değişime uğramak zorunda kalmasıdır. Sosyalist devletin, hem varlığını, dışa karşı savunma sistemlerini hem de içeride barınma, yol, su, enerji, sağlık, eğitim vs gibi tüm ihtiyaçları eşit olarak karşılayan sürdürülebilirliği sağlaması için hem teknolojik gelişmeye hem de tüm yatırım ve gelişmeleri finanse edecek kapital ve kaynaklara gereksinimi vardır. Sosyalist devlet modellerinin sürdürülebilir olmamasının ardında bu paradokslar yatmaktadır. Tamamen ideolojik sistemler bir takım nedenlerle kurulmuş olsa bile varlıklarını sürdürememişler ve sonunda iflas etmişlerdir. Yalnızca amaçlar veya ideolojik inatlar ile teorik yapıların toplum üzerindeki acı deneyimlerini detayları ile tarihsel dokümanlarda bulabilirsiniz. Faşist, komünist, sosyalist, kapitalist sistemlerin vs. hepsinin tarihsel deneyimleri mevcuttur. Bir örnek vermek gerekirse; bir ada ülkesi olan Küba, Sovyetlerden aldığı desteğin kesilmesi üzerine; yukarıda sözünü ettiğim paradoksa düşmek zorunda kalmış ve ülke turizm sektöründe dışarı açılmıştır. Ardından özel yatırımların ülkede yapılmasına ve özel sektörün ülkeye girişine izin vermek durumunda kalmasıyla; komünist sistemin ismen ideolojik nedenlerle yaşadığı izlenimi verilse de; fiilen çökmüştür. 

Bu sözünü ettiğimiz ekonomik-siyasal sistemlerin bir de insan hakları, sağlık ve eğitim eşitliği ve yaşamsal temeller, fikirler açısından sağladıkları demokratik yapılarını incelemek gerekir. Bu açıdan bakıldığında; sosyalist sistem anlayışında; sosyal eşitliğin daha fazla göze çarptığını ve ekonomik aksaklıklarına rağmen sosyal tarafının daha fazla çalıştırılabilir, sürdürülebilir olduğunu gözlemleriz. Fikirlerin ifade edilmesi, özgür düşünce açısından baktığımızda ise; kendi sistem yapısına ters düşen hiçbir özgür düşünce, eleştiri kavramına karşı açık olmadıklarını tespit ederiz. Eğitimde eşitlik olsa bile ortalama ve manipüle edilmemiş bir sistemin kurulamamış olduğu ise ayrı bir gerçektir. Daha önceki yazılarımda; ortalama eğitimin, ortalama insanın yetiştirilmesine hizmet eden ve sisteme entegre edilecek gençlerin aynı fikirler doğrultusunda yetiştirildiğini eleştirmiştim. Dolasıyla hiçbir sistemin, açık fikirlilik, farklılıkları bünyesine kabul etme ve gelişmiş bir eğitim sistemine sahip olmadığını görmek zorundayız.

Kapitalist ve Sosyalist sistemin entegre edilmesi mümkündür. Örnekleri ise mevcut olduğu gibi sürdürebilir niteliklerini Kanada ve İsveç'te halen devam ettirmektedir. Her iki sistemin çalıştırılabilir taraflarının entegre edildiğini gözlemleriz. Sistemlerin teknik düzeyde entegre edilmesinin detaylarına burada girmeyeceğim. Yalnızca ana başlıklar olarak kapitalist/sosyalist sistem; kapitalist sistemin üretim-tüketim, ve kapitalin yönetilmesi ile sosyalist sistemde devletin kapitalin yönetiminde daha fazla rol alarak elde ettiği gelir ve vergiler ile sosyal eşitlik (sağlık-eğitim vs) yapısının entegre edilmesi ile elde edilen bir yapıdır. Sosyal yapı anlayışı toplumda derinleştikçe, toplumun gelişmiş eğitim sistemlerini kurma olasılığı artar. Gelişmiş eğitim sistemi ise zamanla doğru orantılı olarak bireylerin bakış açısını zenginleştirerek, fikirler üretmenin bir tehlike olmadığını, aksine gelişmenin ana teması olduğunun benimsemesini sağlayacaktır. İnsan öğrendikçe zenginleşecek ve gelişecektir. Gelişen insan, doğayla ve kendisiyle savaşın anlamsızlığını kavrayıp; ekosistem ile uyumlu, huzurlu bir yaşamı inşa etmenin yollarını keşfetmeye başlayacaktır. 

Lord Kelvin'nin durumuna düşmek istemem ama benden bir tahmin isteyecek olursanız; tarihsel gelişimi baz alarak tahmini olarak insanın önümüzdeki (7-15 jenerasyon) 500-1000 yıl içinde bunu başarabileceğini umduğumu ifade edebilirim.

... - 1789 fransız ihtilali ile burjuvanın kraliyet sistemini yıkması. 
100 yıl kadar sonra Sanayi Devrimi.
Pazar ve sistem anlaşmazlık savaşları 1.ve 2. Dünya Savaşları (1914 - 1918, 1939 - 1945)
4. Sanayi Devrimi 2015  (70 yıl sonra)

Detaylardaki frekans artsa dahi; ana yapının varlığı ortalama 250 yıldır sürmektedir. Bu tablo ise; insanın gelişim ve değişim hızını gösterir. Tarihteki kültürlerin, örneğin grek kültürünün; kendi kültürünü, anadolu kültüründen alıp geliştirmesi gibi, yani almanların birden ortaya çıktığını iddia etmesine karşın aniden ortaya çıkmadığının kanıtlanması gibi; Değişim ve gelişimler aniden ortaya çıkmazlar. Öncesindeki kültürün üzerine inşa olurlar.


Sevgiyle esen kalın..

No comments:

Post a Comment