Saturday, 9 January 2016

Global Dünya


Çin'de meydana gelen üretim daralmasının dünya borsalarını etkileyeceğini bilirsiniz. Avrupa'da meydana gelen ekonomik krizlerin ülkemizi etkileyeceğini ya da ABD'de oluşan ekonomik daralmanın etkilerinin ülkemizi ekonomik krize itebileceğini anlarsınız. Bölgesel savaşların ya da dünya savaşlarının nasıl ve neden çıktığını anlar; yorumlarsınız. Dünyada ve ülkemizde ne gibi ekonomik etkilerinin olacağını da bilirsiniz. İş, ülke politikasına gelince günah keçileri seçer ve vur yansın ederiz. Politik-siyasal süreçlerin dünyadan kopuk lokale indirgenmiş olduğunu sanırsınız. Güneydoğu bölgemizde yaşananlarının ülkenin hatalı siyaseti olduğunu rakı sofralarında memleketi kurtarırcasına savur; anlatırsınız. Hatta devrimden, sosyalizmden bahsedersiniz. Kimileri ise; sistemin ürettiği yeni zengin (varlıklı) kesimin işleri olduğunu ağzından salyalar saçarak; düşüncesinin ne kadar doğru olduğunu savunarak anlatır. Ahlaki çöküşü, yine herşeyi soyutlayıp üç beş kurum ya da kişi üzerine oturturuz. Herhangi biri ya da birilerini savunduğum anlamı çıkartılmamalı aksine bunu böyle varsaymak kolaydır. Çünkü öyleyse; çözüm de kolaydır. Yeni bir parti gelir ve muhteşem siyaseti ile herşeyi düzeltir. Yazık.

Gözden kaçırdığınız şey, görmemeyi seçtiğiniz şey herşeyin global olarak yürüdüğüdür. İçerdeki az sayıdaki özel ve global yapının çokta umurunda olmayan konu dışında; olan biten ve yürüyen herşey bir bütünün parçalarıdır. Göremezsiniz çünkü ya başınızı deve kuşu gibi kuma gömmüşsünüzdür ya da bakacak yeri bilecek bilgiye sahip değilsinizdir. Sanırsınız ki sosyal platformlar ve medya üzerine uygulanan sansür (filtre) ve baskı yalnızca ülkemizde yapılmaktadır. Hayır. Demokrasinin beşiği görüp hayranlıkla öve öve anlattığınız İlgiltere başbakanı bir demecinde şöyle der : " Güvenlik gerekçesiyle denetleme dışı kalan sosyal medyanın (whatsapp,facebook,twitter vs.) daha iyi kontrol edilmesini ve gereğinde yasaklanıp kaldırılmasını sağlamak bizim görevimizdir" Almanya, İtalya, Fransa, ABD basını hiç duymadığınız baskılar altında kalmakta ve adını bile duymadığınız insanlar çeşitli kazalarda can vermektedir. Bizdeki apaçık örnekleri anımsarsınız; Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Hrant Dink.. Prenses Diana'nın bir araba kazasında ölmesini çoktan unutmuşsunuzdur. Sebeplerini ise hiç bilmemişsinizdir. Bir kraliyet-hükümet infazı olabileceği konusunda çıkan haberler aniden basından kaldırılmış ve bunun üzerine giden gazeteciler ortadan yok olmuşlardır. ABD'nin körfez savaşında ve ırak işgalinde iddia ettiği kimyasal-biyolojik silahların olmadığını savunup yazan amerikalı ve ingiliz gazeteciler neredeler? IŞID neden bir ingiliz gazeteciyi (John Cantlie) başını keserek öldürdü? Amerikalı gazeteci James Foley neden öldürüldü? Her ne hikmetse bu terör örgütü fransaya saldırdı! 2013 yılında Mali'de öldürülen iki fransız gazeteci konu olmamıştır. Claude Verlon ve Ghislane Dupont. Ama Charlie Hedbo dergisine yapılan saldırıyı anımsarsınız. Basın günlerce konuyu gündeme taşımıştır. Yalnızca Stephane Charbonnier olmamalı; hepsinin üzerinde titizlikle durulması gerekmez miydi! Hangi hayat diğerinden daha değerli ve önemlidir? Buna kim, nasıl karar verebilir? Hatta ne ilginçtir ki; terör örgütü tarihi eserleri tarip etmeye başladı. Bir kültürün tarihi eserlerini yok ederseniz; o kültürü de yok edersiniz. Tarihi yok edilen bir kültür hiç o topraklarda yaşamamış gibi yok olur ve akıllardan, tarihin sayfalarından silinip gider. Bu durumda islami bir terör örgütü nasrettin hoca fıkrası gibi kendi bindiği kültür dalını kesiyor olmaz mı! Böyle yüzlerce örnek mevcuttur ama detaylarına ulaşamayız. İpin ucu bir noktada birden yok olur ve herşey kararır. Karartılmıştır. Camilerde okuduğunuz dualar bile bize ait bir dilde değildir. Ezanlar da öyle. Ne okuduğunuzu ne dediğinizi bilmezsiniz. Doğru söyleyip söylemediğinizi de bilmezsiniz. Bu bize has bir durum da değildir. Arapça bilmeyen tüm müslüman ülkelerin ortak sorunudur. Pakistanda ya da Sudan, Nijerya'da arapça konuşulduğunu ben hiç duymadım. Aynı şekilde hristiyanlar için de geçerlidir. Fransızca konuşan biri latince okuduğu duayı anlamaz. Almanca konuşan biri rahibin latince duasını anlamakta zorluk çeker. Protestanlar böylece doğmuştur ama onlar bile aynı yolun yolcularıdır. Konu inanç ya da dindar olma meselesi değildir. Din yapısı ile kitleleri idare yönetimidir. Hristiyanlar Vatikan'a, müslüman ülkeler ise Mekke'ye bağlıdırlar. Merkez yönetim buralarıdır. Bunların hepsi global bir politikanın süreçleridir. 


Birinci ve ikinci dünya savaşlarının tüm dünyayı nasıl yakıp kavurduğunu; çıkış sebeplerini bilirsiniz. Ama size göre bunlar özel sebeplerdir. Global planın süreçleri değildir. Ayrıca ülkemiz siyaseti ile ne ilgisi olabilir diye sorarsınız. Seçimde biz gidip oy verdik. O partiyi biz seçtik dersiniz. Neyini seçtiniz diye soruyorum ? Neyi seçtiniz ? O partinin hangi politikaları yüreteceğini; global planın dışında kalıp hangi refleks ile ülkeyi yöneteceğini de biliyor muydunuz?
Ecevit harika adamdı. devletin tek kuruşunu kendisi için kullanmadı deriz. Peki hangi refleks ile kuzey kıbrısa girdik? Bu planın ardında neler olacağını biliyor muydunuz? Ecevit'in büyük bir ticari kuruluşun Demirel gibi yüksek bir üyesi olduğunu biliyor musunuz? Bir yanda bilginin izi sürülemezliği; öte yandan angotolojistlerin ortaya attığı alternatif teoriler ile karışan kafaların, önünde sonunda konuları lokale indirgeyip arşimet misali evraka diye rahatlamalarını gördükçe bir yanım kızgınlıkla dolarken; diğer yanım onlara-bize karşı acıma hissediyor. 


Aklınızı kullanmaktan vazgeçtiğiniz için; o organın varlığını unutmaya başladınız. Aklınız acısa da; tekrar kullanmaya çalışın. Okuyun. Dünyada olup bitenlerin ülkemiz ile ilişki ve ilgisini bir süre sonra göreceksiniz. Ve lütfen şövenist primitif bir eda ile bizim ülkemizi parçalamak, kaynaklarımıza sahip olmak istiyorlar diye çıkışlar yapmayın. Hele ki; biz yenilmez bir ırkız edasına hiç girişmeyin. Olan biteni bile göremiyorsanız; hayaletlerle mi savaşacaksınız? Mustafa Kemalden sonra zaten sahip olunanı sunan bir yapıyı bölmenin ya da zorla kaynaklarına ulaşmaya çalışmanın bir saçmalık olduğunu göremiyorsanız; geriye söylenecek birşey kalmıyor. Kendi kendinize sorun lütfen. Uçak yaptık.. neden kapattık? Araba yaptık.. neden devam etmedik? Sularımızı kim kontrol ediyor? Doğal kaynaklarımızın işletmesi kimlerin kontrolünde? Tarım üretiminde kota neden var? Neden dilediğimiz ürünü üretemiyoruz? Güneydoğudaki konu ne zaman ve nasıl başladı? Sebep neydi? Onlarca yıldır ne oluyor orada? Şimdi sebep nedir? Sovyetler birliği neden dağıldı? Yugoslavya neden dağıldı? Orta doğuda neler oluyor? Terör örgütleri neden var? ne yapıyorlar? Kimlerin işlerine yarıyor? Ülkemizdeki kanunları kim neden yazdı? Özel olarak madenler, yer altı ve yer üstü sularımız ile ilgili kanunlar ne anlatıyor? Okuyup anladıktan sonra da şu soruları sorun. Bütün bunlar neyin parçası?

Çin benzeri bir yaşam. Kapalı devre ve yalnızca çalışmanıza izin verilen bir hayat. Çin'de konuşmak sansürlü, basın sansürlü, internet sansürlü, müzik sansürlü, filmler sansürlü, sanat, açıklamalar, sohbetler, düşünceler. Çinliler kendilerine öğretilenin dışında bir bakış açısı bilmezler. Zamanla buna ihtiyaç ve niyetlerinin kalmadığına inanmaya başlamışlardır.

Soru sormaya başladığınızda; muhtemelen şöyle düşüneceksiniz. ben nerede kim için yaşıyorum? ne yapıyorum.. bu yaşamdaki görevim nedir? Bilgisizlik cehaleti, cehalet düşünemeyen insanları yaratır. Böyle bir toplum amaçsızlaşır, anlamsızlaşır ve ahlaken çöker. Çöküşünü hazırlar..

Geleceğe dair tek umut ve direnç bilgidir.


NOT:

Klasik mekaniğin felsefeye yorumlanmış yapısı ile analiz etmek istediğimizde herhangi birşeyin yerini ve momentumunu bildiğimizi varsayarız. Bu kolay bir hesaplamadır; çünkü ne olmuştur; kim yapmıştır; ya da nasıl oluyordur biliriz. Bu verilere sahip olduğumuz için sonuçlarını analiz etmek; sonuçları öngörmek mümkündür. Keşke yaşam bu kadar basit olsaydı. Oysa yaşam böyle değildir. Eğer bu verilere sahip olmamız sağlanmışsa; bilmeliyiz ki bu veriler bizi bir notaya yönlendirmek ve arka planda olanı karartmak için düzmece olarak sunulmuştur. 

Kuantum mekaniğin (dalga mekaniğinin) modern felsefeye yorumlanmış hali ile değerlendirmemiz gerekir. Bu durumda birşeyin yerini (konumu) bildiğimizde; enerjisini (momentumunu) bilmemiz mümkün değildir. (deterministik bir tavırla tanımlamamız saçmalık olacaktır.) Üstelik herhangi birşey ikircikli yapıda olabilir. Madde ya da dalga halinde davranabilir. Bunu yaşama uyarladığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkar. Olan bir olayın; oluş şeklini izliyorsak; onu tetikleyen etkenleri bilmemizin bir yolu yoktur. Eğer sonuçlarını biliyorsak; oluş şeklini bilemeyiz. Üstelik tespit etmeye çalıştığımız olay; gerçek olabileceği gibi kurmaca (hayali ya da angotoloji ile yaratılmış) olabilir. Bu bakış açısından şu sonuca varabiliriz. Ne olduğunu biliyorsak; nasıl sonuçlar doğuracağını bilemeyiz. (ABD Irak'a girdi. Ne ABD ne de bir başkası olası sonuçları olasılıklar dışında kesinlikle öngöremez) Nasıl olduğunu izliyorsak; sonuçlanana dek nasıl sonuçlanacağını bilemeyeceğiz. (Suriyeli sığınmacıların avrupa ve ülkemize itildiğini izlememize rağmen bu göçlerin doğuracağı sonuçları ve oluş esnasındaki sonuçlarını, sonuçlanıncaya dek kesin olarak öngöremeyiz. Bu durumu planlayan ve neden olanlar dahil tek bilinebilecek olasılıklardır. Bu olasılık hesaplarına karşın beklenmeyen sonuçların ortaya çıkabileceğini bilmeliyiz. Verilen etki öngörülemeyen bir yere gidebilir; öngörülemeyen sonuçlar doğurabilir..) bilmem anlatabildim mi :)
  

No comments:

Post a Comment