Nasıl bir başlık koymalı diye düşünüyorum. Eğer bugün ele alacağım konunun ana fikrini anlatan bir başlık atmak istesem; çok sıkıcı ya da belki de ilgi çekici olmayacak. Öfff..bunu okumaya ne gerek var ön yargısı okura ulaşmayı zorlaştıracak. Eğer ilgi çekici ve etkileyici, insanların genellikle ilgi duydukları bir konuya atıfta bulunan bir başlık koysam; bu kez de konu bütünlüğünü vermediğini düşüneceğim. Acaba nasıl bir başlıkla başlamalı? Bu kez konunun başlığını size bırakıp; aklımdakileri anlatmayı seçiyorum.
Bir insana kendi yaşamıyla ilgili bir soru soracak olursak; büyük olasılıkla kendini tanımlamayı es geçip, yaşamının nasıl olduğunu anlatmaya başlayacaktır. Harika bir yaşamım var; eşim, sevgilim, aşkım, çocuklarım, ailem diye konuya başlayıp; anlatmaya koyulacaktır. Bazı insanlar ise; istemediğim ancak yaşamak zorunda olduğum bir hayatı yaşıyorum diye anlatacaktır. Bir köküm yok; eşim, aşkım yok; yalnızım diye yakınacak ya da çok zor şartlar altında üç kuruş parayla yaşamımı sürdürmeye çalışıyorum diyecektir. Yalnız olan insanların, tek başlarına var olmayı beceremediklerinden, arkadaşlar ya da sevgililer peşinde koştuklarını görürsünüz. Ya da birinin yanına sığındım diyenler olabileceği gibi; evimin kirasını denkleştirmekte çok zorlanıyorum diye devam edenler de olacaktır. Hatta yaşamım bombok diyenleri bile duyar gibiyim. Çok az insanın istediği hayatı yaşadığını ve yaşamından mutlu olduğunu anlatacağını kestirebiliyorum. Daha sonra ise; muhtemelen hayallerinden, dualarından, beklentilerinden bahsedecektir. Bazıları ise; artık hiçbir beklentim, umudum yok diye devam edecektir.
Birçok insan için yaşam, iyi bir gelir kaynağı ve mutlu bir hayattır. Mutluluk anlayışı her insana göre değişebildiği gibi; ortalama bir mutluluk anlayışı da vardır aslında. İyi bir eşi ve mümkün olduğunca az sorun çıkartan çocukları, evi, geleceğe dair fazlaca bir endişesi olmamak ortalama mutluluğun yanıtıdır. Kimilerine göre mutluluk, daha çok gezmek ya da daha çok aşk yaşamak ya da belki istediklerini her zaman yapabiliyor olmaktır. Bana göre ise; yaşamın anlamı ve mutluluğum, doğanın kendisi ve öğrenmektir. Yaşam, öğrendiğimiz bir yolculuktur bana göre.
Sosyoloji, psikoloji üzerine araştırmalar yaptığınızda; istatistiklere baktığınızda; insanın, kendini tanıma serüveni olan yaşamında; hayatına ve kendisine dair bu açıklamaları yaptıklarını bulabilirsiniz. Oysa yaşadığı ülkenin, sonra kentin ve kendi sorunları dışında başka bir bakış açısına sahip olmadıklarını görürsünüz. Düşünebildikleri en büyük düşünce, ekonomik-siyasal sistemler ve tuttuğu takımın o yıl uefa şampiyonlar ligindeki başarı ya da başarısızlıkları olacaktır. Toplamda insanların, çocuk peşinde, para peşinde, raketle-sopayla-elle-ayakla top peşinde koştuklarını öğrenirsiniz. Ne yaşadığı gezegenin ne de o gezegende yaşamı paylaştığı canlılar ile ilgili bir görüşü vardır. Genellikle klişe öğrenilmiş cümleler ile size yanıt verdiğine şahit olursunuz. Eğer hayvanlarla ilgili soru soracak olsanız; konuyu çiftliğindeki hayvanlara, hayvan haklarına ya da evinde beslediği kedi-köpeğe bağladığını dinlersiniz. Eğer bitkiler ile ilgili soru soracak olsanız; tarlasında, bahçesinde, balkonunda yetiştirdiği bitkileri dinlersiniz. Ya da sevgilisinin ona aldığı çiçekleri veya almasını umduğu fakat almadığı hediyelere bağladığına şahit olmak zorunda kalırsınız. Bazıları ise konuyu, evlilik yıl dönümünde tek başına sofrada nasıl eşini beklediğini; eşinin anımsamadığını ve üzüntüsünden içerek sarhoş olduğuna kadar götürür.
Siz, şey.. konumuz bitkilerdi.. diyecek olursunuz ama o kişi, size hayatının nasıl berbat olduğunu anlatmayı sürdürecektir. Zavallı sosyolog ve psikologların yaptıkları araştırma sonuçlarının nasıl da insanı hayrete düşürdüğüne şaşmamak gerekir. Bu araştırmaların bize anlattığı; egosunun tatmini ve kendi mutluluğundan ötesini düşünemeyen ortalama insanın; nasıl bir yaratığa dönüştüğünü kanıtlamaktan öte bir anlamı daha vardır.
Yapılan araştırmalar ve olasılık hesaplarının , 7 milyar dünya nüfusunun; 2030 yılında 8 milyarı ve 2050 yılında 9 milyarı aşacağı öngörülüyor. Bugün dünya nüfusunun %49'u besin bulma zorluğu çekiyor. Dünya üzerindeki tarımsal arazi toplam kara parçalarının %24'ü ve 2050 yılında %29 artacak olan toplam nüfusa karşın tarımsal arazi alanının %20'e azaldığına şahit olacağız. Bu demektir ki; azalan tarımsal arazi daha fazla insanı beslemek zorunda kalacaktır. Azalan temiz su kaynakları ve dünya atmosferinin sera etkisi altında ısınması ve ozon tabakasının ultraviyole ışınlarını süzememesinin, bitkilerin gelişim ve besin değerlerinin azalmasına neden olacağını da hesap edersek; insanın yaşam anlayışını, öğrenme seviyesini değiştirmek zorunda kalacağını kolayca görebiliriz.
Bazı komik kişilerin, besin hapları alarak devam edebiliriz demesi beni en çok güldüren konuların başında geliyor. Temelde bilmedikleri; bitkilerin tüm tarihi etkileyip, şekillendirdiği gibi; bugün elimizdeki teknolojiyi, bitkilerin ürettikleri ile elde ettiğimiz olduğu kadar hayvanların ve bizlerin besin, ilaç kaynaklarımız olduğu ve soluduğumuz havanın, dinlediğimiz müziğe her bir hammadde ve ürünün bitkilerin üretimi olduğudur. Herkesin bildiği en basit ağrı kesici-ateş düşürücü asprin, söğüt ağacından üretilmiştir. Söğüt ağacının ürettiği bir üründür. Araçların tekerleri kauçuk ağacının ürünüdür. Petrol, doğal gaz, kömür, elmas ağaçların ürünüdür sonuçta. Biyokimyasallar, Bio yakıtlar bitkilerin ürünüdür. Giyisilerimiz bitkilerin ürünüdür. Sentetik olarak elde ettiklerimiz dolaylı ya da dolaysız bitkilerin ürünüdür.
İnsanın yerleşik yaşama geçmesi ve evrimleşmesi tarım ile başlamıştır. Bunun başlangıcı doğal buğdaydır. Doğal buğdayı (wild wheat) besin olarak kullanmaya başlayan insan; tarımı; pamuk ve hayvanların derileri, yünleri ile giyisiyi öğrenmiştir.
Sözü çok daha fazla uzatmadan özetleyip tamamlamak istiyorum.
Bitkilerin ve hayvanların varlığı; biz insanların var olabilmesinin ve gezegende yaşamın sürmesinin nedenidir. Vasıfsız ve kendinize acıyan insanlar olarak hayatlarınızı sürdürmek yerine silkelenip; öğrenmekle başlayın. Sonra öğrendiklerinizi yaşamınıza uygulayın. Gezegenin yaşamına adapte olun. Tüketici değil; ihtiyacından fazla tüketmeyen, fikirler-değerler üreten olun. Dünyayı anlayış ve inanışınıza göre şekillendiren değil; gezegene, hayata, ekosisteme uyum sağlamış; duyarlı insanlar olun. Bir bitki gibi, toprak gibi, hayvan gibi yaşayın..
Showing posts with label doğa. Show all posts
Showing posts with label doğa. Show all posts
Friday, 22 January 2016
Saturday, 16 January 2016
Saf Sevgi
Bir ilişki ya da evliliğin yürütülememesinin temel nedeni, iki kişiden birinin emek vermeyi bırakmış olmasıdır. Her fırsatta ilişki, evlilik ve sevginin, emeğin bir sonucu (fonksiyonu) olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. İki kişi arasındaki duygular, dürtüler karmaşık bir düzende oluşur. Bu karmaşık transferin okunabilir ya da anlaşılabilir hale gelmesini sağlayan şey ise bilmektir. Havada uçuşan feromonları anlayıp, tanımlayabilmek kolayca yapılabilecek birşey değildir. Basit bir örnek vermek gerekirse; aşk ve hoşlanma duygusu, insan davranışının dışarıdan gelen uyarıya istem dışı verdiği tepkisi veya sinirsel etkinliğidir (refleksidir). Refleks bilinçli bir davranış modeli değildir. Bu duyguya neden olan, yalnızca karşıdaki kişinin görünümü, duruş, giyiniş, konuşma veya statüsü olabileceği gibi feromonların etkisi olabilir. Bunlar sizi etkiler ve tepkisel olarak ya hoşlanırsınız ya da hoşlanmazsınız. Bazı insanlarda daha derin etki bırakır; hoşlanma duygusu daha yoğun hissedilir ve adına aşk dersiniz. O kişiyi yakından tanıdığınızda bu duygunuz değişir ve kişinin karakteri, davranışları, konuşması, düşünceleri sizi ya hayal kırıklığına sevk eder ya da birlikte olmaya ve sevmeye başlarsınız. Sevdiğiniz, o kişinin karakteridir. Hoşlanmadığınız kişiyi sevemezsiniz diye kabul edilir; öte yandan sevmediğiniz kişiden ise hoşlanmazsınız. Bu ifadeler yüzeysel tanımlamalardır. Başta hoşlanmadığınız bir kişiyi daha sonra sevebilirsiniz. Çünkü sevgi duygusu; karşınızdaki kişinin karakterini tanıdıkça gelişen bir duygudur. Fakat sevgi ve ilişkinin ulaştığı seviyeyi koruyabilmesi için emek vermelisiniz ki bu bilinçli bir davranış modelidir. Aksi durumda kendiliğinden (doğal olarak) bu duygu seviyesinin sürmediğine şahit olursunuz.
Emek, tarifi çok geniş bir kavramdır. Her iki kişinin emek kavramını anlama ve tanımlama becerisi birbirine yakın olmalıdır. Tek yönlü emek çalışmayacağı (bir kişinin emeği) gibi çok farklı aile kültürlerinden gelen kişilerin veya çok farklı gelişmişlik düzeyine sahip kişilerin, emeği algılama seviyeleri farklı olacağından yine çalıştırılması kolay değildir. Örneğin ailesinde ayrılma yaşamış ve sokakta yetişmiş biri ile sıcak bir aile ortamında yetişmiş birinin evlilik ilişkisi ciddi çatışmalara ve çok farklı emek algısına neden olacağından, ilişkinin yürütülmesi kolay değildir. Duygusal tatmini dışarıda arayan biri ile kurduğu ilişki içinde arayıp, yürütmeye çalışan birinin, evlilik ya da ilişkisinin sürmesi de çok güçtür. Bu tip örnekler genellikle ilişkiyi sürdürmeyi başaramazlar. Çünkü uyumlu bir model oluşturabilecek yeterli parametre bulamayız. İlişkilerinin aşk veya hoşlanma refleksi ile başlamış olduğunu ancak emek-statü-karakter-aile vs. parametrelerin uyuşamadığını tespit ederiz. Gelişmiş bir kişi ile az gelişmiş ya da gelişmekte olan kişi arasında önemli bir eşik vardır. Tıpkı gelişmiş bir ülke ile gelişmemiş bir ülke gibidirler. Basit bir örnek vermek gerekirse; İsveç ile Nijerya gibidirler.
Gelişmiş bir insanda, benlik duygusu zayıflamış ve yerini eşitlik (saf sevgi) duygusu almıştır. O insan için tüm canlılar ve kendisi daha eşittir. Sınıflar arası katmanlar silikleşmiştir. Gelişme sürecinin üst seviyelerine yaklaştıkça sınıflar arası katmanlar azalır ve kişinin benliği tüm canlılar ile eşitlenir. ID minimize olmuş ve hatta silinmiştir. Bu seviyedeki biri için itme-çekme psikolojisini çalıştıramazsınız; kaldı ki hiçbir durum için buna ihtiyaç duymazsınız. O insanın benliği saf bir sevgiye dönüşmüştür. Ya da saf sevgi eşiğine yaklaşmıştır. Bu eşiğe yaklaştıkça benlik ve id azalır. İnsanın o ilkel (vahşi) tarafının kalmadığını yada zayıflamış, azalmış olduğunu gözlemlersiniz.
Tek bir sineği bile öldüremediğini, yerde gördüğü bir solucanı alıp uygun bir yere taşıdığını görürsünüz. Çiçekleri koparamaz, ağaçların dallarını kırmaya çekinir. Sokakta bir köpek ya da kediyle karşılaştığında onu sevmeye çalışmaz aksine sevgiyle bekler ve ona yol verir. Hatta yürürken karıncalara basmamaya özen gösterdiğini; yer yer sağa sola zıpladığına şahit olursunuz. O seviyeye yakın bile değilseniz; adamın deli olduğuna yemin edebilirsiniz. Hele ki bir sebeple bir yılanı öldürmek zorunda kalmışsa, günlerce çektiği azabı gözlerinde izleyebilirsiniz. Aylar boyunca o yılandan özür dilediğini duymazsınız ama bilmelisiniz ki özür dilemektedir. Böyle bir insanın sevgisini kavrayamazsınız. Hele ki benlik duygunuz yüksekse; herşey ya size baskı gibi gelir ya da tam bir paranoyak saçmalıktır.. anlama ihtimaliniz tam olarak imkansızdır.
Tibet yaylalarında yaşayan halkın ağızlarını bir örtü ile sardığını gördüğünüzde ya dini bir nedenle yaptıklarını sanırsınız ya da örf adetleri, giyim şekillerinin öyle olduğunu düşünürsünüz. Sormayı konuşmayı düşünseniz de; sebebini anlama ihtimaliniz yoktur. Çünkü; havada uçuşan minik sineklere zarar vermemek için ağızlarını örttüklerini söyleyemezler. Nasıl anlatsınlar ki.
Kırlık bir vadide, toprağa çekine çekine basan, başı yerde birini görürseniz bilin ki böceklere, taçlanmış çiçeklere, karıncalara basmadan, toprağı incitmeden yürümeye çalışıyordur. Sonra kendi kendinize sorun.. Ben insanlık serüvenin neresindeyim diye.. Eğer bunu bile soramıyorsanız; bu yazıyı okumanıza hiç gerek yok bence..
Sevgiyle esen kalın..
Emek, tarifi çok geniş bir kavramdır. Her iki kişinin emek kavramını anlama ve tanımlama becerisi birbirine yakın olmalıdır. Tek yönlü emek çalışmayacağı (bir kişinin emeği) gibi çok farklı aile kültürlerinden gelen kişilerin veya çok farklı gelişmişlik düzeyine sahip kişilerin, emeği algılama seviyeleri farklı olacağından yine çalıştırılması kolay değildir. Örneğin ailesinde ayrılma yaşamış ve sokakta yetişmiş biri ile sıcak bir aile ortamında yetişmiş birinin evlilik ilişkisi ciddi çatışmalara ve çok farklı emek algısına neden olacağından, ilişkinin yürütülmesi kolay değildir. Duygusal tatmini dışarıda arayan biri ile kurduğu ilişki içinde arayıp, yürütmeye çalışan birinin, evlilik ya da ilişkisinin sürmesi de çok güçtür. Bu tip örnekler genellikle ilişkiyi sürdürmeyi başaramazlar. Çünkü uyumlu bir model oluşturabilecek yeterli parametre bulamayız. İlişkilerinin aşk veya hoşlanma refleksi ile başlamış olduğunu ancak emek-statü-karakter-aile vs. parametrelerin uyuşamadığını tespit ederiz. Gelişmiş bir kişi ile az gelişmiş ya da gelişmekte olan kişi arasında önemli bir eşik vardır. Tıpkı gelişmiş bir ülke ile gelişmemiş bir ülke gibidirler. Basit bir örnek vermek gerekirse; İsveç ile Nijerya gibidirler.
Gelişmiş bir insanda, benlik duygusu zayıflamış ve yerini eşitlik (saf sevgi) duygusu almıştır. O insan için tüm canlılar ve kendisi daha eşittir. Sınıflar arası katmanlar silikleşmiştir. Gelişme sürecinin üst seviyelerine yaklaştıkça sınıflar arası katmanlar azalır ve kişinin benliği tüm canlılar ile eşitlenir. ID minimize olmuş ve hatta silinmiştir. Bu seviyedeki biri için itme-çekme psikolojisini çalıştıramazsınız; kaldı ki hiçbir durum için buna ihtiyaç duymazsınız. O insanın benliği saf bir sevgiye dönüşmüştür. Ya da saf sevgi eşiğine yaklaşmıştır. Bu eşiğe yaklaştıkça benlik ve id azalır. İnsanın o ilkel (vahşi) tarafının kalmadığını yada zayıflamış, azalmış olduğunu gözlemlersiniz.
Tek bir sineği bile öldüremediğini, yerde gördüğü bir solucanı alıp uygun bir yere taşıdığını görürsünüz. Çiçekleri koparamaz, ağaçların dallarını kırmaya çekinir. Sokakta bir köpek ya da kediyle karşılaştığında onu sevmeye çalışmaz aksine sevgiyle bekler ve ona yol verir. Hatta yürürken karıncalara basmamaya özen gösterdiğini; yer yer sağa sola zıpladığına şahit olursunuz. O seviyeye yakın bile değilseniz; adamın deli olduğuna yemin edebilirsiniz. Hele ki bir sebeple bir yılanı öldürmek zorunda kalmışsa, günlerce çektiği azabı gözlerinde izleyebilirsiniz. Aylar boyunca o yılandan özür dilediğini duymazsınız ama bilmelisiniz ki özür dilemektedir. Böyle bir insanın sevgisini kavrayamazsınız. Hele ki benlik duygunuz yüksekse; herşey ya size baskı gibi gelir ya da tam bir paranoyak saçmalıktır.. anlama ihtimaliniz tam olarak imkansızdır.
Tibet yaylalarında yaşayan halkın ağızlarını bir örtü ile sardığını gördüğünüzde ya dini bir nedenle yaptıklarını sanırsınız ya da örf adetleri, giyim şekillerinin öyle olduğunu düşünürsünüz. Sormayı konuşmayı düşünseniz de; sebebini anlama ihtimaliniz yoktur. Çünkü; havada uçuşan minik sineklere zarar vermemek için ağızlarını örttüklerini söyleyemezler. Nasıl anlatsınlar ki.
Kırlık bir vadide, toprağa çekine çekine basan, başı yerde birini görürseniz bilin ki böceklere, taçlanmış çiçeklere, karıncalara basmadan, toprağı incitmeden yürümeye çalışıyordur. Sonra kendi kendinize sorun.. Ben insanlık serüvenin neresindeyim diye.. Eğer bunu bile soramıyorsanız; bu yazıyı okumanıza hiç gerek yok bence..
Sevgiyle esen kalın..
Subscribe to:
Posts (Atom)