Showing posts with label arkadaş. Show all posts
Showing posts with label arkadaş. Show all posts

Saturday, 23 January 2016

Kadın ile Erkek Eşit midir?

Batıdan doğuya, kuzeyden güneye dünya üzerindeki çeşitli basın ve televizyon yayınlarında kadın hakları savunucuları ile ilgili haberleri okuyup, izliyorum. Bu haber ve yayınları gördükçe üzüntü ve kızgınlık hissediyorum. Kadın hakları savunucuları.. kadınlar erkekler ile eşit midir? Birçoğunda tartışılanlara inanmak bile istemiyorum. Erkek kadın ile eşit miymiş.. Kadınların erkekler kadar hakları olmalıymış.. Egemen olan erkeğin kadınlara haklarını vermesi için ciddi savunucuları varmış ve bu çok değerli insanlar sayesinde bazı gelişmeler elde edilmiş. Gerçekten inanmakta zorluk çekiyorum! 

21. yüzyıldayız. İlk insan türünün (homo sapien) Afrika'da bulunmasının ardından 200.000 yıl geçmiş. İnsan, tarımı kullanmaya başlayalı 12000 yıl olmuş. Tüm kaynaklarda insan (human - human being - homo sapien) olarak kayıt edildiğini okursunuz. Kadın ya da erkek diye tanımlanmamıştır. Gezegen üzerindeki tek insan türü bizleriz. Tanımlama kadın insan ya da erkek insan değildir. Birgün uzak galaksilerden ziyaretçilerimiz olduğunda ve bizlerin halen kadın-erkek haklarını tartıştığımızı öğrendiklerinde sanırım ya bizler için ciddi üzüntü hissedecekler ya da gülme krizine gireceklerdir. Bunu tahmin etmek sanırım kahinlik olmasa gerek. Onca yolu geldik ama salak mı salak bir cins bulduk diye merkezlerine rapor edeceklerdir. Muhteşem bir gezegende yaşıyorlar, doğası ve üzerindeki bitki-hayvan çeşitliliği inanılmaz mükemmellikte. Ekosistemi hayranlık duyulacak seviyede. Fakat tek bir tür var ki; üzerindeki diğer canlı türleri ile karşılaştırılamayacak derecede aptal. Kendilerine kadın insan-erkek insan diyorlar.. Yaptığımız inceleme sonucunda 200.000 yıldan uzun süredir bu gezegen üzerinde yaşadıklarını tespit ettik ama hala kendi türlerini tanımlamayı ve kendi haklarını açıklamayı becerememişler. Bir arada nasıl yaşayabildiklerini şaşkınla izliyoruz.  En çok sevdikleri şey; savaşmak, birbirlerini öldürmek, anlayamadığımız bir konuyu; köle olarak tarif ettikleri bir kavramları var, "birbirlerini kullanmak", birbirlerine eziyet etmek, muhteşem gezegenlerinin içine etmek, miskinlik içinde yan gelip yatmak, top dedikleri dairesel bir cisim peşinde koşmak, birbirlerini aldatmak, yalan ve hırsızlık dedikleri yine bilmediğimiz kavramlara sahipler; biz henüz bu kavramlarını anlayabilmiş değiliz ama üzerinde çalışıyoruz.

Sevgili merkez, çalışmalarımızı yakında tamamlayacağız ancak şunu not düşmek isteriz ki; tüm galaksilere ortak bir mesaj geçerek, bu gereksiz aptal türün araştırılmasının zaman kaybından başka birşey olmayacağını ve bu sektörde zaman kaybetmemelerini yayınlamak faydalı olacaktır.

Friday, 22 January 2016

Düşünme,tartışma ve aşk.

Aslında bakarsınız başlığı biraz konuyla ilintili olduğu için biraz da ilgili çekici olması bakımından düşünme,tartışma ve aşk olarak koydum.

Bugün tartışmak istediğim konu : düşünme,tartışma, bilinç ve bilinç dışı eylemler (davranışlar).

Daha önceki yazılarımda bilinç ve bilinç dışı davranışlara değinmiştim. Bugün biraz daha derinlemesine değerlendireceğim.

Toplumumuzda düşünme ve tartışma konusu genellikle kişinin bilinç altını tetikleyen bir yarışma ve kazanma olarak algılanmaktadır. Ortadaki konu ne olursa olsun, tartışmayı kazanma ve yenilmeme; bir tür güç ve karakterin sahnelenmesi noktasına götürülerek; kazanmayı ya da en azından yenilmemeyi hedeflemektedir. Bu ise; bizi herhangi bir yere ya da gelişmeye götürmemektedir. Batı düşünme biçimi ve biliminin ilerlemesinin altında yatan ise; konuyu tartışırken proses (süreçlere) ayırma tekniği kullanmalarından kaynaklanmaktadır.

Bir örnek vererek devam edelim. Örneğin; marka bilinirliği konusunda bir tartışma yaptığınızı düşünelim. Aslında konuyu detaylandırarak marka bilinirliğinin detaylarını konuşup tartışmanız gerekirken, birden biri konuyu satışa bağlayıp; marka bilinirliği olmadan da satışın başarılı olduğunu anlatmaya başladığını ve odadaki herkesin satışa odaklanmaya başladığı için marka bilirliğinin önemsizleştirildiğini fark etmeye başlarsınız. Bu bir tür; etkileme tekniğidir. Daha etkili bir giriş ve karşılaştırma ile; tartışılmakta olan konu önemsizleştirilir ve ne işe yarar soruları sorulmaya başlar. Sonuçta marka bilinirliği konusu rafa kaldırılmış; markanın bilmesine gerek olmadan satışın çok başarılı yapılabileceği teorisi kabul görmüştür. Gerçek hayatta ise; marka bilirliği olmadan satışın arttıralamadığı anlaşıldığında; teorinin çalışmadığını deneyimlemiş oluruz. 

Oysa herhangi bir konunun tartışılması; konu bütünlüğü içinde kalınarak, farklı konulara ya da alt-üst yandaş konulara geçmeden ana konunun tüm süreçlerinin düşünülmesi-sorgulanması-araştırılması ve bunun sonucu olarak değerlendirildikten sonra gerekiyorsa; alt-üst yandaş konulara ya da ters teorilere geçilmesi süreçsel (bir anlamda bilimsel) düşünme yöntemidir.  

Tartışmadaki amaç; orijinde kalarak konuyu düşünmek-sorgulamak-araştırmak ve sonuçlara varmaktır. İkna etmek ya da ikna edilmek gibi bir amaca sahip değilizdir. Amacımız; ne yarışmak; ne karakter sahnelemek ne de çok zeki bir konuşmacı olduğumuzu kanıtlamaktır; oysa asıl amacımız konuyu detaylandırarak değerlendirmektir. Bu beklenmeyen davranışlar; genellikle bilinç dışı davranışlardır. Bilinç dışı bir tepkiyle kişi; karşılaştığı düşünceyi düşmanı olarak algılayıp ona saldırmaktadır. Ya da buna neden; konuyu ortaya atan kişiye karşı olan bilinç dışı duygularımız veya ön yargılarımız olabilir.

Bilinç ve Bilinç Dışılığın neler olduklarına bakalım. 


Bilinç Dışı
Id = en ilkel, vahşi bölüm (acıkınca yemek isteyen, susayınca su isteyen, cinsel istek duyunca bunu en hızlı yolla karşısına çıkan ilk ihtimal kişi ile gidermek isteyen bölüm
Super Ego = Öğrenilmiş değerler, ahlak, gelenekler, din, toplumsal baskı, mahalle baskısı vs.sahip bölüm
Ego = Bilinç dışındaki Id ve Super Ego arasında çalışan ve Id'in ilkel istekleri ile Super Ego'nun ahlaki-geleneksel baskısından kaynaklanan çatışmaların arasını bulup mantıksal kabul edilebilirlik haline getiren bölüm.

Bunların en üzerinde ise bilinç bölümü vardır. Bilinç duyu organlarını, akıl ve öğrenilmiş bilgiyi mantık,sezgi,sorgulama,danışma,araştırma seviyelerinde kullanır.

Örneğin çok dindar birinin id bölümü pornograrif yayınları merak ederek, görmek istesin. Süper Ego, hemen devreye girecektir. Dinsel ve ahlaki açıdan bunu yapmasının yanlış olduğunu söyleyerek Id'i durdurmaya çalışacaktır. Bu durum içsel çatışmaya neden olacağından devreye Ego girecek ve mantıklı bir anlaşma yolu bulmaya çalışacaktır. Ve Id'in isteği ile Süper Ego'nun ortaklaşa anlaşabilecekleri bir anlaşma sunacaktır. Pornografi, bir düşmandır ve düşmanını tanımak ve ne olduğunu bilmek zorundasın ki onunla savaşabilesin yaklaşımı ile gelecektir. Bu durumda Süper Ego, düşmanın tanınması için, Id'in pornografi izlemesine izin verecektir. Bu anlaşma her iki bölümü memnun edeceğinden; kişi farkına varmadan bu fikri benimseyecek ve kolaylıkla pornografiyi izlemeye başlayacaktır. Ancak bilinç devreye girdiğinde; hey sen ne yapıyorsun sorusu ile kişiyi uyandıracaktır. Ardından sorularını yöneltecektir. Amacın nedir? Bunu neden yapıyorsun? Neye ulaşmaya çalışıyorsun? Ne öğreniyorsun? Nerede kullanacaksın gibi.. yığınla sorgulama yöneltecek; kişinin yapmakta olduğu eylemin farkındalığını arttırmaya çalışacaktır.

Düşünme ve tartışma; bilinç seviyesinde, konunun orijininde kalarak ve süreçlere ayırarak yapılması gereken bir eylem olması gerekirken; ne yazık ki Id'leri ya da ego'ları ile konuya dahil olan insanlarla karşılaşırız. Çoğunlukla; bilinçleri ile konuya dahil olmayan kişileri kolaylıkla ikna ettiğine şahit oluruz. Siz; süreçte kalmak için mücadele verseniz de; sürecin çoktan rafa kaldırıldığını ve saçma sapan akıl dışı noktalara doğru kaymaya başladığını görürsünüz. Öyle ki; çok ciddi değerlendirilmesi gereken sosyo-politik konuları tartışan millet vekillerinin, milliyetçilik ya da birbirlerine saldırıda bulunacak kadar ileri giderek; asıl konuyla uzak yakın ilgisi olmayan konuları tartışmaya ve hatta kavgaya vardırdıklarını izlersiniz. Ya da haftalık satış toplantısının nasıl futbol takımı tartışmasına dönüştüğüne şaşar kalırsınız. Veya eşlerin tatil planı yaparken nasıl yıllar öncesindeki bir aile toplantısındaki bir anlaşmazlığa döndüklerini gülümseyerek izlersiniz.

Düşünürken ve tartışırken; asıl amacın konunun orijinde kalarak; tüm süreçleri ile değerlendirmek, araştırmak olduğunu aklınızda tutmaya çalışın.

Sevgiyle kalın..

Aklımdakileri anlatmayı seçiyorum..

Nasıl bir başlık koymalı diye düşünüyorum. Eğer bugün ele alacağım konunun ana fikrini anlatan bir başlık atmak istesem; çok sıkıcı ya da belki de ilgi çekici olmayacak. Öfff..bunu okumaya ne gerek var ön yargısı okura ulaşmayı zorlaştıracak. Eğer ilgi çekici ve etkileyici, insanların genellikle ilgi duydukları bir konuya atıfta bulunan bir başlık koysam; bu kez de konu bütünlüğünü vermediğini düşüneceğim. Acaba nasıl bir başlıkla başlamalı? Bu kez konunun başlığını size bırakıp; aklımdakileri anlatmayı seçiyorum.

Bir insana kendi yaşamıyla ilgili bir soru soracak olursak; büyük olasılıkla kendini tanımlamayı es geçip, yaşamının nasıl olduğunu anlatmaya başlayacaktır. Harika bir yaşamım var; eşim, sevgilim, aşkım, çocuklarım, ailem diye konuya başlayıp; anlatmaya koyulacaktır. Bazı insanlar ise; istemediğim ancak yaşamak zorunda olduğum bir hayatı yaşıyorum diye anlatacaktır. Bir köküm yok; eşim, aşkım yok; yalnızım diye yakınacak ya da çok zor şartlar altında üç kuruş parayla yaşamımı sürdürmeye çalışıyorum diyecektir. Yalnız olan insanların, tek başlarına var olmayı beceremediklerinden, arkadaşlar ya da sevgililer peşinde koştuklarını görürsünüz. Ya da birinin yanına sığındım diyenler olabileceği gibi; evimin kirasını denkleştirmekte çok zorlanıyorum diye devam edenler de olacaktır. Hatta yaşamım bombok diyenleri bile duyar gibiyim. Çok az insanın istediği hayatı yaşadığını ve yaşamından mutlu olduğunu anlatacağını kestirebiliyorum. Daha sonra ise; muhtemelen hayallerinden, dualarından, beklentilerinden bahsedecektir. Bazıları ise; artık hiçbir beklentim, umudum yok diye devam edecektir. 

Birçok insan için yaşam, iyi bir gelir kaynağı ve mutlu bir hayattır. Mutluluk anlayışı her insana göre değişebildiği gibi; ortalama bir mutluluk anlayışı da vardır aslında. İyi bir eşi ve mümkün olduğunca az sorun çıkartan çocukları, evi, geleceğe dair fazlaca bir endişesi olmamak ortalama mutluluğun yanıtıdır. Kimilerine göre mutluluk, daha çok gezmek ya da daha çok aşk yaşamak ya da belki istediklerini her zaman yapabiliyor olmaktır. Bana göre ise; yaşamın anlamı ve mutluluğum, doğanın kendisi ve öğrenmektir. Yaşam, öğrendiğimiz bir yolculuktur bana göre.

Sosyoloji, psikoloji üzerine araştırmalar yaptığınızda; istatistiklere baktığınızda; insanın, kendini tanıma serüveni olan yaşamında; hayatına ve kendisine dair bu açıklamaları yaptıklarını bulabilirsiniz. Oysa yaşadığı ülkenin, sonra kentin ve kendi sorunları dışında başka bir bakış açısına sahip olmadıklarını görürsünüz. Düşünebildikleri en büyük düşünce, ekonomik-siyasal sistemler ve tuttuğu takımın o yıl uefa şampiyonlar ligindeki başarı ya da başarısızlıkları olacaktır. Toplamda insanların, çocuk peşinde, para peşinde, raketle-sopayla-elle-ayakla top peşinde koştuklarını öğrenirsiniz. Ne yaşadığı gezegenin ne de o gezegende yaşamı paylaştığı canlılar ile ilgili bir görüşü vardır. Genellikle klişe öğrenilmiş cümleler ile size yanıt verdiğine şahit olursunuz. Eğer hayvanlarla ilgili soru soracak olsanız; konuyu çiftliğindeki hayvanlara, hayvan haklarına ya da evinde beslediği kedi-köpeğe bağladığını dinlersiniz. Eğer bitkiler ile ilgili soru soracak olsanız; tarlasında, bahçesinde, balkonunda yetiştirdiği bitkileri dinlersiniz. Ya da sevgilisinin ona aldığı çiçekleri veya almasını umduğu fakat almadığı hediyelere bağladığına şahit olmak zorunda kalırsınız. Bazıları ise konuyu, evlilik yıl dönümünde tek başına sofrada nasıl eşini beklediğini; eşinin anımsamadığını ve üzüntüsünden içerek sarhoş olduğuna kadar götürür.

Siz, şey.. konumuz bitkilerdi.. diyecek olursunuz ama o kişi, size hayatının nasıl berbat olduğunu anlatmayı sürdürecektir. Zavallı sosyolog ve psikologların yaptıkları araştırma sonuçlarının nasıl da insanı hayrete düşürdüğüne şaşmamak gerekir. Bu araştırmaların bize anlattığı; egosunun tatmini ve kendi mutluluğundan ötesini düşünemeyen ortalama insanın; nasıl bir yaratığa dönüştüğünü kanıtlamaktan öte bir anlamı daha vardır. 

Yapılan araştırmalar ve olasılık hesaplarının , 7 milyar dünya nüfusunun; 2030 yılında 8 milyarı ve 2050 yılında 9 milyarı aşacağı öngörülüyor. Bugün dünya nüfusunun %49'u besin bulma zorluğu çekiyor.  Dünya üzerindeki tarımsal arazi toplam kara parçalarının %24'ü ve 2050 yılında %29 artacak olan toplam nüfusa karşın tarımsal arazi alanının %20'e azaldığına şahit olacağız. Bu demektir ki; azalan tarımsal arazi daha fazla insanı beslemek zorunda kalacaktır. Azalan temiz su kaynakları ve dünya atmosferinin sera etkisi altında ısınması ve ozon tabakasının ultraviyole ışınlarını süzememesinin, bitkilerin gelişim ve besin değerlerinin azalmasına neden olacağını da hesap edersek; insanın yaşam anlayışını, öğrenme seviyesini değiştirmek zorunda kalacağını kolayca görebiliriz. 

Bazı komik kişilerin, besin hapları alarak devam edebiliriz demesi beni en çok güldüren konuların başında geliyor. Temelde bilmedikleri; bitkilerin tüm tarihi etkileyip, şekillendirdiği gibi; bugün elimizdeki teknolojiyi, bitkilerin ürettikleri ile elde ettiğimiz olduğu kadar hayvanların ve bizlerin besin, ilaç kaynaklarımız olduğu ve soluduğumuz havanın, dinlediğimiz müziğe her bir hammadde ve ürünün bitkilerin üretimi olduğudur. Herkesin bildiği en basit ağrı kesici-ateş düşürücü asprin, söğüt ağacından üretilmiştir. Söğüt ağacının ürettiği bir üründür. Araçların tekerleri kauçuk ağacının ürünüdür. Petrol, doğal gaz, kömür, elmas ağaçların ürünüdür sonuçta. Biyokimyasallar, Bio yakıtlar bitkilerin ürünüdür. Giyisilerimiz bitkilerin ürünüdür. Sentetik olarak elde ettiklerimiz dolaylı ya da dolaysız bitkilerin ürünüdür. 

İnsanın yerleşik yaşama geçmesi ve evrimleşmesi tarım ile başlamıştır. Bunun başlangıcı doğal buğdaydır. Doğal buğdayı (wild wheat) besin olarak kullanmaya başlayan insan; tarımı; pamuk ve hayvanların derileri, yünleri ile giyisiyi öğrenmiştir. 

Sözü çok daha fazla uzatmadan özetleyip tamamlamak istiyorum.
Bitkilerin ve hayvanların varlığı; biz insanların var olabilmesinin ve gezegende yaşamın sürmesinin nedenidir. Vasıfsız ve kendinize acıyan insanlar olarak hayatlarınızı sürdürmek yerine silkelenip; öğrenmekle başlayın. Sonra öğrendiklerinizi yaşamınıza uygulayın. Gezegenin yaşamına adapte olun. Tüketici değil; ihtiyacından fazla tüketmeyen, fikirler-değerler üreten olun. Dünyayı anlayış ve inanışınıza göre şekillendiren değil; gezegene, hayata, ekosisteme uyum sağlamış; duyarlı insanlar olun. Bir bitki gibi, toprak gibi, hayvan gibi yaşayın..