Showing posts with label İnternet. Show all posts
Showing posts with label İnternet. Show all posts

Wednesday, 13 January 2016

Şimdi konuları bağlayalım..



Buraya kadar anlattıklarımdan tatmin olmadığınızı düşünüyorum. Çünkü bende tatmin olmadım. Beni tanıyanlar bilirler ki, dilimden düşürmediğim bir kelime vardır. Dualizm. Tanım olarak, birbirine zıtlığı veya hayatın birbirine zıt kavramlarını-olgularını-maddelerini-duygularını vs anlatan bir kavramdır. Genelde felsefede kullanıyor olsa da fiziğin içinde de yer alır. Dualizm siyah ve beyaz, soğuk ve sıcak, mutluluk ve mutsuzluk, uzun ve kısa, ağır ve hafif gibi karşıt kavramları anlatır. Yaşamı tanımlarken genelde düalist kavramları kullanırım. Ancak pratikte ne işe yaradığını ve hayatımızın içinde nasıl olduğunu veya hayatımızı nasıl şekillendirdiğini kanıtlamak daha çok kuantum fiziğine düşmüştür. Çünkü evrendeki tüm yapıyı ve yaşamı ve de bilimsel gerçeklerin kanıtlanması için matematiksel formüllere dayandırılması gereklidir. Bir gerçekliği kanıtlayamadığınız sürece, entelektüel çevre dışında felsefe yapma hocam esprisi ile gerçekliğin anlamsızlaştırılması ile karşılaşırsınız. Fakat bilimsel veriler ile kanıtlanması durumunda, o fikrin doğruluğunu mantıksal çıkarımlarla kanıtlamaya zaman ve çaba harcamanız gerekmez; bu durumda ancak o zümrenin bilgisizliği ile karşılaşmış olursunuz ki sonuçta utanç hali size ait değil; elinde tuttuğu telefonun bile bu bilimsel gerçeklikle çalıştığını duymak ancak o zümrede şaşkınlık ve öğrenme isteği oluşturabilir ki bilgisizlik seviyesine göre bunun olmama ihtimali de mümkündür. Çünkü bazı insanlar Çinli'ler gibidir. Yalnızca kendilerine öğretilmiş basit gerçekliğe inanmış, körü körüne bağlanmış, o gerçekliğin dışına çıkma ihtiyacı duymayan, geçmişteki bir zaman diliminde asılı kalmış ve hayatı ancak o pencereden bakarak; bunu öğrenmek ne işime yarayacak ki düşüncesine indirgenmişlerdir. Bu zümreyi ihmal edecek olursak; geri kalan az olsa öğrenmeye açık ciddi bir nüfusun ilgisini çekeceğine inanıyorum.

Modern fizik maddelerin dualist (partikül ve dalga) yapısını yüzyıl kadar önce birçok deney ile kanıtlamıştır. Bu gelişmenin tetiklediği yeni gelişmeler bu sayede günümüze kadar ulaşmıştır. En geniş kullanım alanı bulan gelişme elektrik-elektronik alanında yaşanmıştır. Elektronik cihazların kullanılmadığı tek bir alan bile sayamayız. Tıptan, askeri konulara, gündelik hayatımızdan iş hayatlarımıza, tarımdan ekonomiye, evlerimizden spor aletlerimize (bisiklet ve hatta ayakkabılarımız dahil) kadar yüzbinlerce alanda kullanılmaktadır. Eğer kuantum mekaniğin dalga fonksiyonlarını ve foton-elektron davranışlarını çözememiş olsaydık halen iletişim için duman ya da güvercin kullanarak haberleşiyor olacaktık. Ya da en iyi ihtimalle posta teşkilatı tüm dünyada en çok kullanılan ve en modern teşkilat olmayı sürdürecekti. Bu gelişmeye karşı olanlar da vardır elbet ancak karşı oldukları halde kullanmaktan geri kalmayanlar ilk başta ne hikmetse kendileridir. 

Konuyu daha fazla dağıtmadan ve kendi kendime demagoji yapmadan konuya devam edelim. Çünkü konu yalnızca teknolojik gelişme değildir. Asıl olan evreni, maddeyi ve hayatı tanımlayabilme bilimidir. Gözlemlediğimiz, yaşadığımız,hissettiğimiz herşeyin çalışma şeklini görebilme-anlayabilme bilimidir. Burada kast ettiğim tüm disiplinlerdir. Atomaltı Fiziğinden Mikrobiyolojiye, Psikolojiden Kozmolojiye kadar tüm alanları kapsar demek istiyorum.

Konu felsefik olarak eflatundan eski olduğu halde; asıl kanıtlanması madde-antimaddenin ve maddelerin partikül ve dalga olarak kanıtlanması ile hayatımızda kanıt bulabilmiştir. Bunun (partikül ve dalga özelliğinin) detaylarına daha önceki yazılarımda değinmiştim. Madde-Antimadde (madde-karşı madde) özelliği ise karşıt ve etkileştiklerinde açığa kısa süreli enerji salarak birbirlerini yok eden maddeler olarak basitçe tanımlayabiliriz. Fakat madde-karşıt madde yüksek enerjili karşıtlarsa; bu durumda açığa çıkan enerji yüksektir. Temelde madde ve karşıt maddenin yapısı itibariyle birbirlerinin zıtları olmalarına karşın aynı özellikte ve aynı enerji düzeyine sahiptirler (güçtedirler). Kuark çiftleri, kararlı ve karasız mesonlar gibi fiziğin çok detayına girmeden; pratikteki karşılıklarına bakalım. 

Evren ve içinde bulunan herşeyin atomlardan oluştuğunu ve canlıların da aynı yapı ve özelliğe sahip olduklarını sanırım hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla fiziğin kanunlarından bahsettiğimizde aslında herşeyden bahsetmiş oluyoruz. Örneğin klasik mekanikteki gravitasyondan bahsettiğimizde; yer çekiminin etkisi altında olmayan herhangi bir canlı ya da cansız türü olamayacağını sanırım ayrıca kanıtlamaya gerek yoktur. Bu ve benzeri temel konuların bilindiğini varsayarak devam edelim. Örneğin yer çekimsiz bir ortam ile yer çekiminin dengelendiği noktaya sıfır noktasına ulaştığımızda; cisim o noktada asılı kalır. Her iki karşıt güç birbirlerini yok etmişlerdir. 

Dualizmi açıklarken termodinamiğin temel konularına da göz atmakta yarar vardır. Örneğin sıcak bir bardak suyu ya da bir buz kütlesini 25 C sıcaklıktaki odaya bıraktığımızda; sıcak suyun odayı ısıtma ihtimali ya da buzun odayı soğutma ihtimali yoktur. Isı dengelenmesi olacak; odanın ısısı sıcak suyu soğutacak; buzu eritecektir. Bu durum entropinin sıfır olma ihtimalini ortadan kaldıran temel bir doğa kanunudur. Eğer örneği klimadan verecek olursak; odayı soğutan klimanın aynı zamanda dış ortama yüksek ısı bırakmak zorunda olduğunu gündelik yaşamdan biliriz. Bu durum yine termodinamiğin temel kuralıdır ve entropiyi arttıran bir durumdur. İnsan için de durum aynıdır. Örneğin -10 C gibi soğuk bir ortamda kalan insanın bulunduğu ortamı ısıtma ihtimali yoktur. Beden sıcaklığı ortam sıcaklığı ile dengelenmek zorundadır. Dengelendiğinde (burada zaman fonksiyon olarak alınır) insan bedeni donarak ölür. Sıcak ve soğuk düalist kavramlar olması nedeniyle karşılaştıklarında birbirlerini zıt yönde etkilerler. Eğer eşit enerji düzeyine sahip olurlarsa; sıcak ve soğuk yok olur. Geriye kalan 0 derecedir. Ancak karşıt düalist yapı daha güçlüyse, bu durumda karşıt kazanacaktır. Aynı miktarda siyah ve beyaz boyayı karıştırdığınızda ortaya çıkan gridir. ne siyah ne de beyaz kalır. Ancak beyaz miktarı arttıkça ortaya çıkan renk beyaza daha yakınlaşır. Elektron ile Pozitron çarpıştıklarında açığa bir miktar enerji çıkar ve sonuçta elektron veya pozitron yok olurlar (farklı bir deyişle açığa çıkan enerjiye ve atıklarına dönüşürler). Ekonomi dünyasından bir örnek verecek olursak;  ABD borsası çok yüksek bir endekste olduğu halde, Çin borsası çok dip bir değere ulaşacak olursa, her iki borsa çökecektir. Canlıdan örnek verecek olursak; çok sağlıklı biri ile HIV virüsü taşıyan biri iletişime geçtiğinde her ikisi de ölecektir. Çok mutlu biri ile çok mutsuz iki insan iletişime geçtiklerinde, günün sonunda her ikisi de ne mutlu ne de mutsuz gri sessiz moda sahip olacaklardır. Sağlıklı biri ile depresif sağlıksız biri uzun süre etkileşimde olduklarında sağlıklı olan yarı defresif; defresif ise yarı sağlıklı birine dönüşecektir. Ancak burada her iki kuvvetin (enerjinin) eşit oldukları varsayımından hareket ediyoruz. Eğer pozitif ya da negatif taraftan biri diğerinden daha fazla enerjiye sahipse ki bu duruma örnek olarak HIV örneğini verdik; örneğin depresif tarafın depresyonu sağlıklı kişinin sağlık enerji düzeyinden daha derin ise; termodinamik yasaları gibi güçlü enerji diğer enerjiyi absorbe edecek ve entropisini (içsel enerji dengesini) kendi enerji düzeninde bozacaktır (değişime uğratacaktır).  

Görüldüğü üzere tüm yaşam düalist yapı üzerine kurgulanmıştır. Ancak detaya girdiğimizde farklı yasaların devreye girdiklerini gözlemleriz. Kuantum Mekaniğin işini bir noktada termodinamik ya da relativite alır veya basit durumlar için klasik bilimsel kanunlar çalışır tıpkı bir aracın hareketini hesaplamak için klasik mekaniği kullandığımız gibi. Daha basite indirgersek; bozulan ve çalışmayan parçaları ya tamir ederiz ya da yenisi ile değiştiririz. Tıpkı cerrahinin yaptığı gibi. Yine de büyük resimdeki ana yapıyı özel detaylar değiştirmemektedir. Yıldızlar patlar (ölür), yeni yıldızlar doğar ve bu olay milyarlarca yıldır süre giden bir sistemin işleyiş biçimidir. İnsanlar doğar-yaşar-ölür ve yeni insanlar doğmaya devam eder. Bütün ise karşıt denilen ikililerden meydana gelmeye devam eder. Bu dualizmdir. İyilik ve kötülük, sevgi ve nefret, acı ve tatlı, zenginlik ve fakirlik, sıcak ve soğuk, uzun ve kısa, şişman ve zayıf, uzak ve yakın, hızlı ve yavaş, küçük ve büyük, negatif ve pozitif, sert ve yumuşak, mutsuzluk ve mutluluk, açlık ve tokluk, siyah ve beyaz, karanlık ve aydınlık, elektron ve pozitron, boş ve dolu, bilgili ve cahil, tembel ve çalışkan vs vs vs. (detayda kimi durum relativite, kimi durum termodinamik, kimi durum quantum mechanic ile açıklanır)

Bakış açımızı eleştirmek adına birazda insan bedeni üzerinde durup konuyu tamamlayalım. İnsan bedeni de yakıt tüketerek çalışan bir makinedir. Dışarıdan yakıt alamadığı durumda kendi bedenini yakıt olarak tüketir ve sonunda yakıtı kalmadığında durur. Bununla birlikte çok yüksek veri işleme kapasitesinde bir beyne sahiptir. Duyu organları sayesinde ses,ısı,ışık,tat,koku vs algılama kapasitesi ile donatılmıştır. Biyokimyasal yapısı ile hormonal bir dengeye sahiptir. Bu yapı ayrıca psikoloji biliminin temelini de oluşturan duygu ve davranışlara (reaksiyonlara) sahip olmasını sağlar. Son olarak ise DNA yazılımı ile karmaşık bir kod sistemine sahiptir. Bu yazılım, en temelde hormon ve organlarının çalışma şeklini, canlının dış şeklini ve tüm kapasitesini belirler. Daha sonraki konularda üzerinde duracağım ve şimdilik derinliğine girmeden bahsetmek istediğim bir konu daha var. Fononlar. Akustik ve optik olmak üzere ikiye ayrılırlar. Özellikle akustik özelliği taşıyan fononların atomaltı (insan için zihinsel) davranış ve aktiviteler için oldukça enteresan açıklamaları vardır. Burada basitçe her canlının-insanın çokta farklı olmayan dalga boyları üzerinden yayın yapan bir anten görevi gördüğünden bahsederek geçiştireceğim. 

Buraya kadar anlattıklarım günümüz biliminin ulaştığı seviye kadardır. Halen bilim gelişmeye, araştırmaya devam etmektedir. Örneğin kara deliklerin mekaniğini, evrendeki kütlenin yaklaşık %84.5ini oluşturan karanlık maddeyi, hayalet ve egzotik atomaltı parçacıkları gibi birçok konu henüz araştırılmaya devam etmektedir. Bunların dışında halen yeni endemik bitki türlerini ve okyanusların derinliklerinde yaşayan yeni canlı türlerini keşfetmeye devam ediyoruz. Solar sistemdeki gezegenleri daha derinlemesine araştırırken; uzak galaksilerdeki nebulaları, yeni doğan yıldızları izlemeyi ve daha derinlemesine anlamaya devam ediyoruz. Öte yandan ise; gezegenimizi paylaştığımız bitki ve hayvanlarla iletişim kurarak bize neler anlattıklarını anlayacak deşifre yöntemleri üzerinde çalışıyoruz.

Bilimsel düşünceyle esen kalın..
  

Gökyüzü neden mavi..

Güneşten gelen ışığın bir kısmı atmosferde moleküllerden ve diğer küçük parçacıklardan saçılır. Gökyüzüne parlaklığını ve rengini veren bu saçılan ışıktır. Rayleigh dağılımı dalga boyunun dördüncü kuvvetiyle ters orantılıdır, bu yüzden kısa dalga boyunda olan mor ve mavi ışık uzun dalga boyundaki sarı ve özellikle kırmızı ışıktan daha fazla saçılır. Ortaya çıkan renk, soluk mavi, aslında tüm saçılan renklerin, temel olarak mavi ve yeşilin, bir ortalamasıdır. Mor ışık, yüksek oranda saçılsa da, solar spektrumun küçük bir bileşeni olduğundan insan gözüyle verimli olarak algılanamaz. Bunun tersine, güneşe direk bakıldığında, dağılıma uğramayan renkler - uzun dalga boyundaki kırmızı ve sarı ışık – görülebilir, bu da güneşe sarımsı bir ton verir. Uzaydan bakıldığında ise gökyüzü siyah ve güneş beyazdır.
Güneş, ufkun yakınındayken ışığının kırmızılaşması daha yoğundur, çünkü ışığın içinden geçmesi gereken havanın hacmi, güneşin tepede olduğu zamankinden daha çoktur. Bu yüzden Rayleigh efekti artar, gözlemciye ulaşırken tüm mavi ışık yok olur. Geriye kalan dağılıma uğramamış ışık ise daha çok uzun dalgaboyunda olduğundan turuncu görünür.
Rayleigh dağılımı temel olarak ışığın havadaki moleküllerle etkileşimiyle olur. Tamamen ‘optik’ ve makroskobik bir açıdan söylersek, mavi gökyüzü mikroskobik yoğunluk dalgalanmalarından ileri gelir, bu dalgalanma ise havayı oluşturan moleküllerin rastgele hareketi ile meydana gelir. (daha detaya girdiğimizde optik fononlarlardan kaynaklandığını tespit ederiz). Daha yoğun veya daha az yoğun bir bölgenin kırıcılık endeksi farklıdır, bu yüzden kırılmaya uğrayan ışığı rastgele yönlerde dağıtan kısa ömürlü bir parçacık gibi davranır. 
Dağılımın bir kısmı sülfat parçacıkları tarafından gerçekleştirilir. Büyük yanardağ patlamaları ile atmosfere yayılan sülfat gazının, yıllar sonra bile stratosfere sülfat yüklenmesi sonucu bir miktar daha açık renk mavi oluşumuna neden olmuştur.
Işık kirliliğinin az olduğu bölgelerde ayışığının olduğu gecelerde gökyüzü mavidir, çünkü aydan gelen ışık, biraz daha düşük renk sıcaklığı olan, güneş ışığının yansımasıdır. Fakat ayışığı olan gökyüzü mavi olarak algılanmaz, çünkü düşük ışık seviyesinde insan görüşü temel olarak çubuk hücrelerinden gelir, ki bu da renk algısı yaratmaz.
İnsan yaşamına anlam yükleme eğiliminde olduğundan; mavi gökyüzüne özgürlük-huzur gibi anlamlar yüklerken; gün batımlarına ise romantizm duygusunu yükler. Oysa olan biten herşey fizik-matematik ve kimyasal tepkimelerdir yani bilimin ta kendisidir. Relatif olarak uydurma bir gerçeklik tanımlayıp, bu gerçekliğe anlamlar yüklemek insanın genelde cahilliğinin eserleridir. Oysa bilen insan, gözlemlediklerini bilir ve bu devasa boyuttaki sisteme saygı ve hayranlık duyar.
Gökyüzünüz mavi, aklınız bilimle esen kalın.. 

Tuesday, 12 January 2016

Birlikte düşünelim


Gelin birlikte düşünelim. Hepimiz biliriz ki ışık camdan görüntümüzü yansıtırken aynı zamanda camın ardını görürüz. Cam ışığın önüne çıkan engeldir. Eğer önüne bir engel çıkamasaydı ışık yoluna devam ederdi. Bu durumun bilimsel karşılığı şudur. Işık aslında fotondur. Foton hem partikül (madde) hem de dalgadan oluşur.  Ve yine biliriz ki her maddenin bir kütlesi vardır. O halde ışık (photon) cama çarptığında partikül olan özelliği çarptığı cisimden vektörel bir yöne yansır ve dalga olan yapısı ise camdan geçerek içerideki cisimlere çarparak görüntüyü partikül yapısı ile bize ulaştırır. Elektronlar da aynı özelliğe sahiptirler. Çok detaya girmeden atomun doğasının photonun veya elektronun doğasını taklit ettiğini söyleyebiliriz. Ki böyledir. Evren , foton, elektron, kuark, gluon, lepton, nötr lepton (nötrino) yani atomlar ve atomaltı parçacıklardan oluşur. Doğal olarak insan da atomlardan meydana gelmiştir. Çin çinlilerden olma bir ülkedir😊

Yukarıdaki örneği matematiksel olarak ifade etmek istediğimizde formülasyona zamanı eklememiz gerekir; çünkü zaman bir fonksiyondur. O halde şöyle yorumlayabiliriz. Bir başlangıç noktasından yani geçmişten hareket eden photon karşısına çıkan engel veya etkileşime girdiği madde ile yörüngesini veya başka bir deyişle yolunu değiştirir. Partikül davranışı için farklı bir yörünge yani farklı bir gelecek oluşmuştur. Aynı şekilde dalga davranışı gösteren özelliği için ise daha farklı bir yörünge veya daha farklı bir gelecek oluşmuştur. 

Buradan insana dönecek olursak; insan karşısına çıkan engeller veya etkileşime girdiği olaylar sonucunda atomik modeldeki davranışı sergiler. Her bir durumda farklı yörüngeler veya farklı bir deyişle farklı gelecekler oluşur. Bu durum her seferinde sonsuz kere tekrarlanarak evrene yayılır. Bu duruma quantum mekaniğin sonsuz evrenler teorisi ismi verilmiştir. Farkında olduğunuz bilinç tek bir uzay zamanın bilincinde olmasına karşın (ki o da bu etkileşim sonucunda değişir ve farklı bir geleceğe doğru hareket eder) iletişim halinde olmadığınız diğer bilinçleriniz ise sonsuz kere farklı bilinçlere ayrışarak kendi bilincinin farkında olmayı sürdürürler. Bu sebepledir ki Stephen Hawking geleceğe dair gördüğümüz rüyaların farklı bilinçlerimizle henüz tanımlayamadığımız bir yol ile iletişimidir diye açıklar. Böylece gittiğimiz bir yerde dejavu hissine kapılabiliriz. Ya da yaşadığımız bir olay bu duyguyu tetikleyebilir. Bazılarımız ise o eskiden görmüş olduğu rüyayı anımsar ve evet burasını rüyamda görmüştüm ya da bu olayı rüyamda yaşamıştım diye tarif ederler. Ve fakat henüz bu nokta teoriden öte birşey değildir. Kesin olan, ölçülüp kanıtlanmış olan atomun davranış modelidir ve bu model gezegenimize ve üzerinde bulunan herşeye uygulabilir olduğudur. İnsan kendini soyutlayıp farklı bir konuma koyma eğiliminde olsa dahi maddesel olarak bilimsel perspektifte imkansızdır ( bir anlamı yoktur).

Dilerseniz tekrar düşünün..

Şimdide dilerseniz biraz relativiteden bahsedelim. Bir uçakta uyandığınızı düşünün ve fakat uçağın tek bir penceresi vardır ve uçağın tavanındadır. Uçsuz bucaksız masmavi gökyüzünü görüyorsunuzdur. Tek bir bulut bile yoktur. Bulunduğunuz uçağın üzerinde, aynı hızda uçan başka bir uçağın olduğunu düşünelim. Ve siz yalnızca gökyüzünü ve üzerinizde uçan uçağı görürsünüz. Şimdi soralım. Size göre gördünüz uçak uçuyor mudur yoksa üzerinizde aslı mı duruyordur? Uçakta olduğunuz için yukarıda gördünüz uçağın ve içinde bulunduğunuz uçağın uçtuğunu düşünürsünüz. Düşünsel olarak buna inanırsınız. Halbu ki dışarı çıkarıldığınızda, içinde bulunduğunuz uçağın hiç havalanmadığını ve üzerinizde gördünüz uçağın ise masmavi gökyüzü olarak boyanmış bir tavana asılı gördüğünüzde şaşkınlığa uğrarsınız. Aynı deney gerçek şartlarda ve uçak gerçekten uçarken tekrarlandığında üzerinizde gördüğünüz uçağın tavana mı asılı yoksa gerçekten üzerinizde uçtuğunu bilemezsiniz. Size göre uçak orada durmaktadır. Oysa bu kez gördüğünüz uçak gerçekten sizinle aynı hızda uçmaktadır.

Başka bir örnekle devam edelim. Einstein klasik bir örneğinde şöyle sorar. Pencereleri olmayan tek kapılı bir odada olduğunuzu düşünün. Koltuklar ve ışık vardır. Oda ise bir ray üzerinde ileri hareket etmektedir. Dışarıdan tren sesleri ve ray tıkırtıları duyarsınız. Size göre bir trende misiniz yoksa hareket ettirilen bir oda içinde mi bulunuyorsunuz? Sorunun yanıtı şöyledir. Size göre muhtemelen bir trendeyim dersiniz; oysa dışarıdan deneyi izleyenlere göre bir oda içinde bulunmaktasınızdır. Fakat siz bir trende olduğunuza yemin edebilirsiniz. Bu durumda gerçeklik hangisidir? Bunun yanıtı ise şöyledir. Sizin gerçekliğinize göre siz doğruyu söylüyorsunuz. Oysa deneyi izleyenlerin gerçekliğine göre siz bir oda içinde bulunmaktasınızdır.

Relativite temelde gözlemcinin gerçekliğine göre şartların tanımlanabildiğini anlatır. Bunun anlamı şudur. Enerji, momentum, yörünge, hız, zaman vs tüm evren onu nereden ve nasıl , hangi şartlar içinde gözlemlediğinize göre şekil alırlar veya tanımlanırlar. Örneğin bizler bir gezegenin üzerinde yaşayan canlılarız. Dünyanın ekvatoral dönme hızı 1674.4 km/saat olduğu halde biz olduğumuz yerde durduğumuzu gözlemleriz ya da öyle hissederiz. Güneş doğup, batmakta ve etrafımızda dönmektedir :) .. Doppler kaymasına göre galaksiler birbirlerinden uzaklaştıkları halde; gökyüzünün açık olduğu gecelerde gördüğümüz yıldızların, doğduğumuz günden beri oldukları yerde durduklarını gözlemler ve buna inanırız. Oysa doppler kayması, hubble tarafından kanıtlanmıştır ki galaksiler ve yıldızlar bizden uzaklaşmaktadırlar ve içinde bulunduğumuz galaksiyle birlikte biz de hareket etmekte ve o galaksilerden uzaklaşmaktayız. Güneş sistemimiz ve üzerinde yaşadığımız gezegen saatte 72000 km ile Lambda Herculis takım yıldızına doğru hareket etmektedir. Halbuki bunun farkında bile değilizdir.

Son bir örnek verip konuyu kapatalım. İnsan genelde pratikte bunların benimle hayatımla ne ilgisi var diye sorma cahilliğini benimsemeye eğilimlidir. Çünkü gözlem kapasitesi kendi çevresinin dışına taşamayacak kadar dar kafalı ve cahildir. Cahilliği içinde yaşama kabuğunu kırmaya da eğilimli değildir. Bu da olağan dışı tembelliğinden gelir. Hal böyleyken, buna uygun bir örnek verelim. Sıradan günlük yaşantınızı yaşarsınız. Her sabah işinize gider, akşama kadar çalışır ve akşam evinize dönersiniz. Arkadaşlarınız, eşiniz, çocuklarınız, akrabalarınız vardır. Birgün gelir emekli olursunuz. Yaşlanır ve sonunda ölürsünüz. 70 yıl bir ömür geçirmişsinizdir. Sizinle aynı doğum tarihine sahip biri ise, siz otuzlu yaşlarınızdayken bir kapsüle konmuş ve ışık hızında bir araştırma yolculuğuna gönderilmiştir. Siz 69 yaşındayken ise geri gelmiştir. Fakat onun görünüşü size göre halen otuzlu yaşlardadır. O kapsül içinde size sunulan her şey ona da sunulmuştur. Fakat aranızdaki fark su götürmez netliktedir. Siz bir yıl sonra öleceksiniz; o ise yine kapsüldeki yaşamına geri dönecek ve tahmin bile edemeyeceğiniz uzun bir yaşamı olacaktır. Bu karşılaşmanızda hayatın nasıl geçti sorusuna; daha dün yola çıktım ve birkaç saat sonra geri dönmemi söylediler diye yanıt verecektir. Siz ise 30 yaşında onu son görmenizden bu yana 39 yıl geçirmişsinizdir. Belki bu örnek pratik dediğiniz yaşamınıza dair düşünmenize yardımcı olur.. Çünkü bilimsel perspektifte gerçekliğin dışında olan ihmal edilir; hesaplama dışı bırakılır😊 yaşam, hayal edebildiğinizden çok daha karmaşık ve çok daha sonsuzdur. Bir çocuğun gözünden baktığınızda; ne olursanız olun, insan doktoru (tamircisi), hayvan doktoru (tamircisi), araba tamircisi, fırıncı, satıcı, inşaat işçisi, fabrika işçisi, öğrenci, öğretmen, insan-ticaret anlaşmazlıkları savunucusu (avukat), hakemi (hakim), bakkal amca, bebek bakıcısı, mühendis vs. Yaşamı daha derin ve doğru algılamanızı sağlayıp ufkunuzu genişletecek olan ise bilimdir..

Saturday, 9 January 2016

Global Dünya


Çin'de meydana gelen üretim daralmasının dünya borsalarını etkileyeceğini bilirsiniz. Avrupa'da meydana gelen ekonomik krizlerin ülkemizi etkileyeceğini ya da ABD'de oluşan ekonomik daralmanın etkilerinin ülkemizi ekonomik krize itebileceğini anlarsınız. Bölgesel savaşların ya da dünya savaşlarının nasıl ve neden çıktığını anlar; yorumlarsınız. Dünyada ve ülkemizde ne gibi ekonomik etkilerinin olacağını da bilirsiniz. İş, ülke politikasına gelince günah keçileri seçer ve vur yansın ederiz. Politik-siyasal süreçlerin dünyadan kopuk lokale indirgenmiş olduğunu sanırsınız. Güneydoğu bölgemizde yaşananlarının ülkenin hatalı siyaseti olduğunu rakı sofralarında memleketi kurtarırcasına savur; anlatırsınız. Hatta devrimden, sosyalizmden bahsedersiniz. Kimileri ise; sistemin ürettiği yeni zengin (varlıklı) kesimin işleri olduğunu ağzından salyalar saçarak; düşüncesinin ne kadar doğru olduğunu savunarak anlatır. Ahlaki çöküşü, yine herşeyi soyutlayıp üç beş kurum ya da kişi üzerine oturturuz. Herhangi biri ya da birilerini savunduğum anlamı çıkartılmamalı aksine bunu böyle varsaymak kolaydır. Çünkü öyleyse; çözüm de kolaydır. Yeni bir parti gelir ve muhteşem siyaseti ile herşeyi düzeltir. Yazık.

Gözden kaçırdığınız şey, görmemeyi seçtiğiniz şey herşeyin global olarak yürüdüğüdür. İçerdeki az sayıdaki özel ve global yapının çokta umurunda olmayan konu dışında; olan biten ve yürüyen herşey bir bütünün parçalarıdır. Göremezsiniz çünkü ya başınızı deve kuşu gibi kuma gömmüşsünüzdür ya da bakacak yeri bilecek bilgiye sahip değilsinizdir. Sanırsınız ki sosyal platformlar ve medya üzerine uygulanan sansür (filtre) ve baskı yalnızca ülkemizde yapılmaktadır. Hayır. Demokrasinin beşiği görüp hayranlıkla öve öve anlattığınız İlgiltere başbakanı bir demecinde şöyle der : " Güvenlik gerekçesiyle denetleme dışı kalan sosyal medyanın (whatsapp,facebook,twitter vs.) daha iyi kontrol edilmesini ve gereğinde yasaklanıp kaldırılmasını sağlamak bizim görevimizdir" Almanya, İtalya, Fransa, ABD basını hiç duymadığınız baskılar altında kalmakta ve adını bile duymadığınız insanlar çeşitli kazalarda can vermektedir. Bizdeki apaçık örnekleri anımsarsınız; Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Hrant Dink.. Prenses Diana'nın bir araba kazasında ölmesini çoktan unutmuşsunuzdur. Sebeplerini ise hiç bilmemişsinizdir. Bir kraliyet-hükümet infazı olabileceği konusunda çıkan haberler aniden basından kaldırılmış ve bunun üzerine giden gazeteciler ortadan yok olmuşlardır. ABD'nin körfez savaşında ve ırak işgalinde iddia ettiği kimyasal-biyolojik silahların olmadığını savunup yazan amerikalı ve ingiliz gazeteciler neredeler? IŞID neden bir ingiliz gazeteciyi (John Cantlie) başını keserek öldürdü? Amerikalı gazeteci James Foley neden öldürüldü? Her ne hikmetse bu terör örgütü fransaya saldırdı! 2013 yılında Mali'de öldürülen iki fransız gazeteci konu olmamıştır. Claude Verlon ve Ghislane Dupont. Ama Charlie Hedbo dergisine yapılan saldırıyı anımsarsınız. Basın günlerce konuyu gündeme taşımıştır. Yalnızca Stephane Charbonnier olmamalı; hepsinin üzerinde titizlikle durulması gerekmez miydi! Hangi hayat diğerinden daha değerli ve önemlidir? Buna kim, nasıl karar verebilir? Hatta ne ilginçtir ki; terör örgütü tarihi eserleri tarip etmeye başladı. Bir kültürün tarihi eserlerini yok ederseniz; o kültürü de yok edersiniz. Tarihi yok edilen bir kültür hiç o topraklarda yaşamamış gibi yok olur ve akıllardan, tarihin sayfalarından silinip gider. Bu durumda islami bir terör örgütü nasrettin hoca fıkrası gibi kendi bindiği kültür dalını kesiyor olmaz mı! Böyle yüzlerce örnek mevcuttur ama detaylarına ulaşamayız. İpin ucu bir noktada birden yok olur ve herşey kararır. Karartılmıştır. Camilerde okuduğunuz dualar bile bize ait bir dilde değildir. Ezanlar da öyle. Ne okuduğunuzu ne dediğinizi bilmezsiniz. Doğru söyleyip söylemediğinizi de bilmezsiniz. Bu bize has bir durum da değildir. Arapça bilmeyen tüm müslüman ülkelerin ortak sorunudur. Pakistanda ya da Sudan, Nijerya'da arapça konuşulduğunu ben hiç duymadım. Aynı şekilde hristiyanlar için de geçerlidir. Fransızca konuşan biri latince okuduğu duayı anlamaz. Almanca konuşan biri rahibin latince duasını anlamakta zorluk çeker. Protestanlar böylece doğmuştur ama onlar bile aynı yolun yolcularıdır. Konu inanç ya da dindar olma meselesi değildir. Din yapısı ile kitleleri idare yönetimidir. Hristiyanlar Vatikan'a, müslüman ülkeler ise Mekke'ye bağlıdırlar. Merkez yönetim buralarıdır. Bunların hepsi global bir politikanın süreçleridir. 


Birinci ve ikinci dünya savaşlarının tüm dünyayı nasıl yakıp kavurduğunu; çıkış sebeplerini bilirsiniz. Ama size göre bunlar özel sebeplerdir. Global planın süreçleri değildir. Ayrıca ülkemiz siyaseti ile ne ilgisi olabilir diye sorarsınız. Seçimde biz gidip oy verdik. O partiyi biz seçtik dersiniz. Neyini seçtiniz diye soruyorum ? Neyi seçtiniz ? O partinin hangi politikaları yüreteceğini; global planın dışında kalıp hangi refleks ile ülkeyi yöneteceğini de biliyor muydunuz?
Ecevit harika adamdı. devletin tek kuruşunu kendisi için kullanmadı deriz. Peki hangi refleks ile kuzey kıbrısa girdik? Bu planın ardında neler olacağını biliyor muydunuz? Ecevit'in büyük bir ticari kuruluşun Demirel gibi yüksek bir üyesi olduğunu biliyor musunuz? Bir yanda bilginin izi sürülemezliği; öte yandan angotolojistlerin ortaya attığı alternatif teoriler ile karışan kafaların, önünde sonunda konuları lokale indirgeyip arşimet misali evraka diye rahatlamalarını gördükçe bir yanım kızgınlıkla dolarken; diğer yanım onlara-bize karşı acıma hissediyor. 


Aklınızı kullanmaktan vazgeçtiğiniz için; o organın varlığını unutmaya başladınız. Aklınız acısa da; tekrar kullanmaya çalışın. Okuyun. Dünyada olup bitenlerin ülkemiz ile ilişki ve ilgisini bir süre sonra göreceksiniz. Ve lütfen şövenist primitif bir eda ile bizim ülkemizi parçalamak, kaynaklarımıza sahip olmak istiyorlar diye çıkışlar yapmayın. Hele ki; biz yenilmez bir ırkız edasına hiç girişmeyin. Olan biteni bile göremiyorsanız; hayaletlerle mi savaşacaksınız? Mustafa Kemalden sonra zaten sahip olunanı sunan bir yapıyı bölmenin ya da zorla kaynaklarına ulaşmaya çalışmanın bir saçmalık olduğunu göremiyorsanız; geriye söylenecek birşey kalmıyor. Kendi kendinize sorun lütfen. Uçak yaptık.. neden kapattık? Araba yaptık.. neden devam etmedik? Sularımızı kim kontrol ediyor? Doğal kaynaklarımızın işletmesi kimlerin kontrolünde? Tarım üretiminde kota neden var? Neden dilediğimiz ürünü üretemiyoruz? Güneydoğudaki konu ne zaman ve nasıl başladı? Sebep neydi? Onlarca yıldır ne oluyor orada? Şimdi sebep nedir? Sovyetler birliği neden dağıldı? Yugoslavya neden dağıldı? Orta doğuda neler oluyor? Terör örgütleri neden var? ne yapıyorlar? Kimlerin işlerine yarıyor? Ülkemizdeki kanunları kim neden yazdı? Özel olarak madenler, yer altı ve yer üstü sularımız ile ilgili kanunlar ne anlatıyor? Okuyup anladıktan sonra da şu soruları sorun. Bütün bunlar neyin parçası?

Çin benzeri bir yaşam. Kapalı devre ve yalnızca çalışmanıza izin verilen bir hayat. Çin'de konuşmak sansürlü, basın sansürlü, internet sansürlü, müzik sansürlü, filmler sansürlü, sanat, açıklamalar, sohbetler, düşünceler. Çinliler kendilerine öğretilenin dışında bir bakış açısı bilmezler. Zamanla buna ihtiyaç ve niyetlerinin kalmadığına inanmaya başlamışlardır.

Soru sormaya başladığınızda; muhtemelen şöyle düşüneceksiniz. ben nerede kim için yaşıyorum? ne yapıyorum.. bu yaşamdaki görevim nedir? Bilgisizlik cehaleti, cehalet düşünemeyen insanları yaratır. Böyle bir toplum amaçsızlaşır, anlamsızlaşır ve ahlaken çöker. Çöküşünü hazırlar..

Geleceğe dair tek umut ve direnç bilgidir.


NOT:

Klasik mekaniğin felsefeye yorumlanmış yapısı ile analiz etmek istediğimizde herhangi birşeyin yerini ve momentumunu bildiğimizi varsayarız. Bu kolay bir hesaplamadır; çünkü ne olmuştur; kim yapmıştır; ya da nasıl oluyordur biliriz. Bu verilere sahip olduğumuz için sonuçlarını analiz etmek; sonuçları öngörmek mümkündür. Keşke yaşam bu kadar basit olsaydı. Oysa yaşam böyle değildir. Eğer bu verilere sahip olmamız sağlanmışsa; bilmeliyiz ki bu veriler bizi bir notaya yönlendirmek ve arka planda olanı karartmak için düzmece olarak sunulmuştur. 

Kuantum mekaniğin (dalga mekaniğinin) modern felsefeye yorumlanmış hali ile değerlendirmemiz gerekir. Bu durumda birşeyin yerini (konumu) bildiğimizde; enerjisini (momentumunu) bilmemiz mümkün değildir. (deterministik bir tavırla tanımlamamız saçmalık olacaktır.) Üstelik herhangi birşey ikircikli yapıda olabilir. Madde ya da dalga halinde davranabilir. Bunu yaşama uyarladığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkar. Olan bir olayın; oluş şeklini izliyorsak; onu tetikleyen etkenleri bilmemizin bir yolu yoktur. Eğer sonuçlarını biliyorsak; oluş şeklini bilemeyiz. Üstelik tespit etmeye çalıştığımız olay; gerçek olabileceği gibi kurmaca (hayali ya da angotoloji ile yaratılmış) olabilir. Bu bakış açısından şu sonuca varabiliriz. Ne olduğunu biliyorsak; nasıl sonuçlar doğuracağını bilemeyiz. (ABD Irak'a girdi. Ne ABD ne de bir başkası olası sonuçları olasılıklar dışında kesinlikle öngöremez) Nasıl olduğunu izliyorsak; sonuçlanana dek nasıl sonuçlanacağını bilemeyeceğiz. (Suriyeli sığınmacıların avrupa ve ülkemize itildiğini izlememize rağmen bu göçlerin doğuracağı sonuçları ve oluş esnasındaki sonuçlarını, sonuçlanıncaya dek kesin olarak öngöremeyiz. Bu durumu planlayan ve neden olanlar dahil tek bilinebilecek olasılıklardır. Bu olasılık hesaplarına karşın beklenmeyen sonuçların ortaya çıkabileceğini bilmeliyiz. Verilen etki öngörülemeyen bir yere gidebilir; öngörülemeyen sonuçlar doğurabilir..) bilmem anlatabildim mi :)