Wednesday, 30 March 2016

Acısıyla baş eden adam - ek


Eğer konuya sosyal psikoloji yerine bireysel psikolojik hastalıklar açısından bakacak olursak; şizofreniyi hariç tutarak birçok hastalık, korku ve sorunun çözümlenebileceğini söylemek mümkün. Son bölümü tamamlarken profesyonel destek almaktan çekinilmemesi gerektiğini vurgulamıştım. Konunun uzmanlarının desteği ve izlenecek doğru yöntemler ile birçok psikolojik rahatsızlığın çözümlenmesi mümkün.

Bazı psikolojik rahatsızlıklar kalıtsal ya da biyolojik sebeplere dayanıyor olabilir. Bazıları ise yaşanılan dönemdeki dış etkenlerin kalkması ile kendiliğinden geçebilir. Kimi durumda rahatsızlık, çocuk yaşlardan gelebileceği gibi gençlik dönemlerinde yaşanmış olan ve kontrolünüz dışındaki sorun ve korkulara uzanabilir. Köken sorun tespit edildiğinde sorunun çözümü mümkün olacaktır. Semptomlar hastalığın ya da rahatsızlığın tespitinde yardımcı olur. Daha önce bahsettiğim DSM prosedürleri bu semptomların analizinde kullanılan bir tekniktir.

Öte yandan her insanın psikolojik rahatsızlıkları olabilir. Buradaki kritik nokta, bu rahatsızlığın farkında olmasanız bile sizi etkilemesi ve çevrenizdeki diğer insanların hayatlarını zorlaştırmasına bağlıdır. Eğer böyle bir etki yoksa, psikolojik sorunun bir hastalık olduğu düşünülmemelidir. Fakat yine de bazı rahatsızlıklar gizli seyredebilir; sizinle birlikte yaşayan insanlar tarafından kolayca tespit edilemeyebilir. Örneğin bipolar rahatsızlıkların ve özellikle tip II'nin tespiti çok dikkatli bir gözlemci veya bir psikolog tarafından fark edilebilir. Keza histrionik bozukluğun tespiti de aynı derece kolay değildir. Fakat tekrar vurgulamam gerekirse, profesyonel destek ile çözümlenebilir.

Sevgi eksikliği bireysel olduğu kadar toplumsal bir sorundur. Nedeni ise, insanların sevmeyi bildiklerini sanmalarından kaynaklanır. Sevmeyi öğrenmek ve insanın kendisini sevgiye açması birçok rahatsızlığın hafiflemesini sağlayacağı gibi tedavi sürecine olumlu katkı yapacaktır. Birey önce kendini sevmekle sevgiyi öğrenmeye başlamalıdır. İçsel çatışmaların hafiflemesinin başlama noktası kabul edilmelidir. Sevgi, bireyin içinde yaşatacağı hayali bir duygudan çok, duygunun, algı ve davranışa dönüşmesi halidir. Örnek vermek gerekirse, çocuğunuzu veya eşinizi çok sevdiğinizi söyleyebilirsiniz. Ancak çocuğunuz veya eşiniz kelimelerden çok davranış ve tutumunuzdan bu duygunuzu hissedip, algılayabilecektir. Sevdiğinizi söylemenize karşın, olumsuz tutum ve davranışlarınızın sevgi olarak algılanıp, hissedilmesi mümkün değildir. Kendinize karşı da aynı yöntemi kullanmalısınız.


Her insanın olabileceği gibi benimde bazı psikolojik sorunlarım var. Başlıcaları şunlar. Kapıyı kilitledim mi, ocağı kapattım mı, ışıkları söndürdüm mü, arabanın farlarını kapattım mı diye iki kez kontrol ederim. Hintlilerle beş yıl çalışıp, Hindistan'da kaldıktan ve oradan dizanteri kapıp döndükten sonra, bir de hastalık takıntım ortaya çıktı. Asansörün düğmelerine anahtarımla basıyorum ve mutlaka eve gelince ya da biriyle tokalaşınca ellerimi yıkıyorum. Bunların dışında örneğin iki bisikletim, iki arabam olamaz. İkincisi bende huzursuzluk yaratıyor. Bir sevgilim varsa ikincisi ya da evli olduğumda bir ilişkim olamaz; elime yüzüme bulaştırırım. Zaten olmasın, etik bulmuyorum. Evli insanların kaçamak yapıp başka partnerleri ile cinsel ilişki kurduklarını bir çok kez dinlemişimdir; ancak ben ölsem yapamam. Yapmaya kalksam kesin öyle bir karmaşaya düşerim ki sokaktaki tanımadığım insan bile mutlaka anlar. Ayrıca zaten iğrenç derecede etiksiz bulurum bu davranışı ki o dinlediğim insanları da bir şekilde eleştirmişimdir. Bir işi yaparken, tam , eksiksiz ve doğru şekilde yapma takıntım da vardır. Örneğin söz verdiğimde tutmamak beni derinden rahatsız eder. Halen tutamamış olduğum bir sözüm beni rahatsız etmeye devam ediyor. Tüm bunların nedeni, etik kısmını şimdilik bir kenara bırakacak olursak; obsesyon, yani takıntıdır. Buradaki ince nokta şu ki, eğer takıntılar hayatımı çekilmez derecede zorlaştırırlarsa işte o durumda obsesyon hastası duruma gelmişim demektir. Ama baş edebildiğiniz sürece ve hayatınızı karartma noktasına gelmemişse, bazen olması iyidir. Elbette aldatma konusunu kesinlikle hariç tutuyorum.


Öte yandan yükseklik korkum vardır. Arabayla dik bir uçurumun yanından geçmek zorunda kaldığımda bütün dikkatimi yola veririm. Ve mümkünse yüksek bir binada pencereden aşağıya bakmamaya çalışırım. Uzaklara, manzaraya bakmayı tercih ederim. Boğaziçi köprüsü tamiratında bir saha görevi almam mümkün olamaz. Fakat, zaten işimin gerekliliklerinde böyle bir zorunluluğum yok çok şükür. Eh tabi yamaç paraşütcülüğü ya da dağcılık gibi aktiviteler de yapamam ama çok büyük kayıp sayılmaz. Çünkü bu aktivitelere hiç ilgim olmadı. Uçakla seyahat etmek hiç sorun olmazken, yüksek bir binanın en üst katındaki balkona çıkamam.


Fakat bu obsesif sorunlara ve akrofobime karşın hayatımı olumsuz etkileyen ciddi sayılabilecek bir sorun yaşamadığımı söylemeliyim. Öte yandan başka bir obsesif sorun ise, gündelik malzemeleri yedekli almamdır. Şampuan, makarna, tıraş köpüğü, sabun gibi şeyleri alırken, hep bir yedeğini alırım. Elbette bu da obsesif bir sorun ama bütçemi batıracak şeyler için böyle bir yönelimim yok. 


Sonuç olarak yaşamda herkesin obsesif ya da fobik (korku) sorunları olabilir. Bunlar hayatlarınızı çekilmez derecede etkilemiyor ve baş edebiliyorsanız hastalık olarak kabul etmemelisiniz ki bu durumlarda literatür olarak da hastalık kabul edilmezler. 

Sağlıkla ve bilimle kalın..

No comments:

Post a Comment