Saturday, 3 December 2016

Fizik Sohbetleri III - Teknolojimiz





Tekrar merhaba.

Geçen bölümde her ne kadar ilkokul fiziğinden bahsetmeyelim demiş olmama rağmen; aslında ilkokul teknolojisinde yaşayan bir canlı türüyüz.

Öncelikle fizikteki yasalardan bahsederken; klasik fizik, genel görecelik ve kuantum fiziği olarak ayrı ayrı üzerinde durmalıydık. Fakat oldukça uzun süredir klasik ve görecelik üzerinde çalışmadığım için doğal olarak atlamışım. Kendi yazdıklarımı genelde imla, cümle hataları var mı diye okuyorum. Konuşur gibi yazdığım için, anlattıklarımı tekrar değerlendirmek ya da mantık dizgesini değiştirmek amacıyla bakmıyorum. Dolayısıyla da atlamış olduklarım anımsatıldı diyelim.

Efenim. Klasik fizik denilen mevhum; adından da anlaşılacağı gibi oldukça eskilere dayanan; tarihsel açıdan bakıldığında ilk insan türüne kadar uzanan bir dönemi kapsar. Ateşin bulunması ve tekerin icadı ile başlayan bilimsel yolculuğumuzun bilim açısından öykülerini anlatır. (arka sıralarda sırıtanlar olduğunu görüyorum. Şşşşt… ama sırıtmak neden yasak olsun.. sırıtın sırıtın..) Batı dünyası bilimin tek elinde olduğuna ve icatcısı olduğuna inanma konusunda inatçıdır. Hatta konuyu Antik Yunan tarihine kadar getirirler ama orada sıkı bir frenle dururlar. Oysa ne Antik Yunan felsefesi ne de bilim, batı dünyasında icat olmamıştır. Örneğin dinamiti icat eden Nobel değil; barutu kullanan Çinli’lerdir ve Nobel amcamız daha keşfetmeden yüzyıllar öncesinde kullanmışlardır. Bu durum aslında tipik, paketini değiştir; benim diye oraya çık mantığıdır. Dolasıyla bilim pat diye batıda ortaya çıkan bir mevhum değildir. Aksine, binlerce yıllık tarih içinde gelişmiş ve doğudan batıya aktarılmıştır. Batıda gelişme hızı artmış ve bugün bulunduğumuz ilkokul seviyesine ulaşmıştır. Mevzumuz ilk çağ tarihi olmadığından Antik Yunanın antika tarihine ve mitolojisine daha sonra bir ara değineceğim. Hep olduğu gibi Almanlar tüm güçleriyle karşı çıkacaklardır. Çünkü gerçeği bir kez kabul ettiğinizde; çorap söküğü gibi tüm tarihsel bakış bir anda değişime uğrayacaktır ki bunu göze almak istemedikleri açıktır. Ellerinde olsa Göbeklitepe'yi bile yok sayacaklar... Olsun, buyursunlar; ayak diretsinler yine de bu durum gerçeği gizlememektedir. Örneğin tıp konusuna ya da matematik konusuna girecek olsanız; önceki tüm çalışma ve buluşları yok sayan bir anlayışın duvarıyla karşılaşırsınız. Gerçi İngilizlerin hiç derdi değildir. Çünkü onlar para eder mi diye bakarlar. Para etmiyorsa salla gitsin burun kıvırmasının asilzade halini pek muhteşem taklit ederler. Fransızlara hiç değinmeyeceğim çünkü onlar iki yüzyıldır bulunduğumuz bilimsel seviyeyi sindirmeye çalışmaktadırlar. Kesin bir yerde hata yapmışızdır diye ezbere tekrar etmektedirler. Anımsarsınız, ABD defalarca Mars’a kapsül indirmişken bunların ki geçen ay, Mars’a çakıldı. ESA’nın durumu kurtarmak için muhteşem açıklamaları ise ayrı bir komedi konusudur. Sen git önce kuyruklu yıldıza iniş yaptıracağım diye kapsülü kafa üstü çaktır; daha aradan iki ay geçmeden Mars’a da çakılsın. Hiç olmazsa biz olsak, nasıl çaktık, doksana taktık diye aylarca program yapardık!

Neyse efendim biz, kinetik enerjiden devam edelim.

Kinetik enerji, eylemin (hareketin) enerji olarak ifade edilme halidir. Bir de momentum vardır. Şöyle izah edeyim. Yer çekimi gezegen üzerindeki her cisme uyguladığı çekim gücü nedeniyle bir kütle kazandırır. Bir cismin hızlanabilmesi için yer çekim gücünü aşması gerekir. Örneğin bir arabayı üfleyerek hareket ettiremezsiniz ancak bir tüyü üfleyerek havada uçurabilirsiniz. Dolasıyla uygulanan kuvvet, cismin kütlesine bağlı olarak değişiklik gösterir. Bu kütle bir diğer bakışla hareket etmeme eğilimidir veya hareket etmeye direnme halidir. Bu direnmeyi sağlanan, neden olan ise yer çekimidir. İlk hareket haline ise momentum denilir. Terim ve deyimlere fazla takılmayın; ister Latince, ister Yunanca olsunlar fark etmez. Önemli olan konuyu aklınızda canlandırıp anlayabilmenizdir. Amacım, bilimsel temelleri anlamanıza destek olmak. Nasılsa, kalkıp bilimsel bir makale yazmayacaksınız ya da üniversitede ders vermeyeceksiniz. O halde; konuyu anladığınızda, anımsayabileceğiniz, istediğiniz; çağrışım yapacak bir ismi verebilirsiniz. (Aramızda kalsın ben buna indeksleme diyorum. Çok işe yarar! Epey ileride hafıza ve limbik sistem üzerine sohbet ederken; biraz detay verebilirim.)

Kinetik enerjiyi hayatımızın çok fazla noktasında kullanıyoruz. Örneğin yürürken, oturup-kalkarken, araçlarda, vinçlerde, uçaklarda, roketlerde, termik ve nükleer santrallerde.. velhasıl hareket eden her şeyde kinetik enerji (potansiyel enerji) ve momentumu kullanırız. Fakat akılda kalması gereken nokta, hareketi yani kinetik devinimi sağlamak için enerjiye gereksinim olduğudur. Örneğin, bir aracın hareket edebilmesi için motora ve motorun da kinetik enerjiyi sağlayacak enerjiye, yakıta ihtiyacı vardır. Biz insanların hareket edebilmesi de enerji ile mümkündür. Atın arpasını vermezseniz, arabanızı çekecek hali olmayacağından yerinden kaldıramazsınız.

Günümüzün teknolojisi kinetik enerji ve elektromanyetizma’dan başka bir şey değildir. Elektromanyetizmayı anlatabilmek için sonraki bölümde ışığı (fotonları) anlatarak ilerleyeceğim.

Teknolojimize göz attığımızda; araçlar, aydınlatma, telefonlar, bilgisayarlar, televizyon, radyo, hastane (tıbbi) cihazları, ısıtıcı ve soğutucular görürüz. Bunun dışında kalanlar binalar gibi yapı işleridir. Tüm bunların arasında bir de yardımcı maddeler vardır. Örneğin kimyasallar, ilaçlar, organik ve inorganik yardımcı aletler, cihazlar. Çok bir şey yokmuş aslında! Örneğin birini düşündüğümde, düşüncelerimi renk, şekil ve görüntülere çevirebilen bir cihaz yok örneğin. Yine örneğin her sabah ayakkabımın bağcıklarını bağlıyorum. Bağcık! Araçlarımızda halen binlerce yıl önce icat edilmiş olan tekeri kullanıyoruz. Yağmur yağdığında arabamın camı halen ıslanıyor ve lastik çubuklarla (silgeç) camı siliyorum. Örneğin, romantik bir akşam yemeği için Satürn’e gidemiyoruz. Güneş sistemi dışına çıkan bir araçla konuşmak ne kadar mümkünse o kadar iletişim sağlayabiliyoruz. Postayı yolla….. bekle bekle bekle doğru adrese varması için dua et!



Örneğin Nükleer santral dediğimiz ucubelerin çalışma prensibi mutfaktaki düdüklü tencerenizden daha gelişmiş değildir. Suyu kaynat, türbini çevirsin; kinetik enerji elektrik motorunu çevirsin ve elektrik elde et. Gerçi 4.ve 5. jenerasyonlarda hidrojen çıktısı hayal edilmektedir. Tabii patlamazsa, inşallah!

Bilim ve teknolojinin gelişmesindeki yavaşlıktan şikayet eder olduğumu hissetmişsinizdir. Fakat bunun asıl nedeni, eğitim, bilim ve sağlığa bütçe payı ayrılması gerekirken; tüm dünya silaha, spora, eğlenceye ve bilumum boş şeylere bütçe ayırmayı seçtiği için tökezleyerek ilerliyoruz. Aslına bakarsanız sanatta bile öyleyiz. Halen tarih öncesinden kalma mağaralardaki çöp adam resimleri, figürleri kopyalıyoruz. Figürleri yuvarlak, kübik yap adına gelişme denilsin. Figürleri uzat, sarkıt adına gerçeküstü akım denilsin. Renkleri birbiri içinden geçir adına soyut denilsin. Fakat halen mantıksal, duyusal ifadeye ulaşamadık(yani gelişmiş ortak bir dil icat edemedik). Halen mantıksal, duyusal ifadeye ulaşamadık. Hatta kullandığımız dil ve kelimeler bile tek boyuttan iki boyuta bile geçemedi. Aslına bakarsanız düşünce ve dil bizim asıl teknolojimiz. Bölümlere ayırmadan, tek cümle içinde geçmişi ve şimdiyi ifade edemiyoruz ya da şimdiyi ve geleceği. Kaldı ki geçmişi-şimdiyi ve geleceği tek cümlede ifade edebilelim. Bu nedenle matematik dilini geliştirmek zorunda kaldık. Zamandan bağımsız her şeyi ifade edebilmek için! Ancak kaç kişi anlıyor derseniz… ?

Sanırım lafı fazla uzattım ama dilerim ki kinetik enerji ve teknolojimizin dayandığı ana konuyu anlatmaya dilim dönebilmiştir.

Keyifli pazarlar.

No comments:

Post a Comment