Showing posts with label üniversite. Show all posts
Showing posts with label üniversite. Show all posts

Wednesday, 20 January 2016

Doğruya ulaşmanın evreleri

Evrende var olanı anlayıp, sorgulamanın ve doğruya ulaşmanın temel evreleri vardır. Konu her ne olursa olsun, günümüzde insan ırkının ulaşabildiği nokta budur.


Sezgi + otorite + mantık + kanıt

Sezgi, insanın daha önce öğrendikleri ve biriktirdikleri ile çıkarımsal olarak bazı sonuçlara ya da sorgulamalara ulaşmasıdır.

Otorite, ilgili konuda uzmanlaşmış kişi ve kurumlara danışarak sorgulama ile ilgili ya yeni sorgulamalar geliştirmek ya da bazı ön sonuçlara ulaşmak için kullandığımız yöntemdir.

Mantık, elde ettiğimiz verileri sıraya koyma ve çıkarımlar sağlamak için sorgulama ve düşünme yöntemidir.

Kanıt, bilimsel deneyler ile tekrarlanabilen fenomenlerin aynı durumda aynı sonuçları verdiğinin gözlenmesi ve kayıt altına alınmasıdır.

Bütün bu evrelerde, sorgulanması gereken bir diğer nokta ise, sezgisel ve düşünsel (mantıksal) yöntemimizin bilimsel metoda uygunluğu kadar, olası yeni gelişmelere açık olup olmadığıdır. Öğrenilmiş olanın bir süre sonra yeni bulgulara uygulanabilir olmama ihtimalini gözden kaçırmamaktır. Bu açık bakış açısı, bizlerin gelişim ve değişiminin temel anahtarıdır.

Son söz olarak şunu ifade etmek gerekir ki; eğer insan gelişip, değişmeseydi ulaştığı seviyeye ulaşması mümkün olmayacağı gibi daha ileriye doğru değişip gelişmesi imkansız olacaktı.


Üç çizgi




Hayat üç çizgiden oluşur. Birincisi durumdur, ikincisi zaman ve üçüncüsü ise insanın seçimleridir.. Çizgiler birleşir, kesişir ve yaşam oluşur.. Çizgilerden herhangi biri değiştiğinde tüm gerçeklik değişir.. Yeni bir gerçeklik üzerinden yaşam akmayı sürdürür.. Yalnızca sabit bir doğum tarihimiz vardır, geri kalanı yeniden ve yeniden şekillenir.. Önce bugün yazılır, yarına iz düşümleri akar ve yarın şekillenir. Bazen bizim dışımızda, dik bir çizgi akar üzerlerimizden, savaş, doğal afet vb., üç çizgiyi keser ve bizleri kendi doğasındaki düz çizgiye sürükler bir süre. Sonra noktalanır ve silikleşir. Yine elimizde üç çizgi kalmıştır...


Life occurs by three lines. First is status, second is time and third one is our choices. Lines come together, intersect and life occurs. All reality changes if any of these lines changes. Life keeps flow on new reality. We have only definite birthdate, the rest, keep creating forms again and again. Today is written first, flows the projections to tomorrow and tomorrow starts to be formed. Sometimes a vertical line flows over all of us such as war, disaster.. and cut off three lines and lead us to a flat line and to its own nature for a limited time. Then it is being punctuated and indistinct. We have three lines on the hand again..



Friday, 15 January 2016

Dalgalar (Waves)












Bugün biraz dalgalardan (Waves) bahsetmek istiyorum. Dalga nedir? Dalga, üzerine yüklenmiş bir veriyi, enerjiyi taşıyan titreşimdir. Yine fiziksel detaylarına çok girmeden anlatmayı tercih edeceğim. Örnek verecek olursak; ses dalgaları, üzerine yüklenmiş ses verisini taşırlar. Konuştuğumuzda, şarkı söylediğimizde ya da ıslık çaldığımızda; oluşan ses dalgaları titreşerek bu ses verisini karşımızdaki kişiye ulaştırır. Bu sesin anlamlı olabilmesi (üretilip-taşınıp-anlaşılması) için birkaç gerekliliğe ihtiyaç vardır. Öncelikle sesi üretebilen ses tellerine, ses titreşimlerini taşıyan havaya , duyabilen kulaklara ve ses verisini işleyip anlayabilecek bir beyine. Bu açıklama, fark ettiğiniz üzere ironiktir.
Buradan bazı sonuçlara ulaşıyoruz. Sesi üreten bir güç kaynağının olması gerektiğine; dalgaların taşınabilmesi için moleküler (gaz ya da katı) bir ortamın (uzayın) bulunması gerekliliğine ve ancak ulaştığı hedefte işlenebilmesi durumunda anlam ifade edebileceği sonucuna hızlıca ulaşmış olduk. Örneğin havanın olmadığı dış uzayda ses dalgalarının hareket edemediğini (yayılamadığını) sanırım hepimiz biliyoruz. Atmosferin içinde bulunan moleküller sayesinde, molekülden moleküle titreşimlerin iletildiğini de sanırım yine hepimiz lise yıllarımızdan biliyoruz.

Dalgalar tek tip değildir. Ses yalnızca bir tipidir. Bunun dışında maddesel (ip gibi), sıvı (örneğin su) dalgalarına mekanik dalgalar denir. Bunun dışında elektromanyetik dalgalar vardır. Örneğin radyo dalgaları, mikrodalgalar, kızılötesi (infrared), görünen tayf içindeki ışık dalgaları, morötesi (ultraviolet), X ışınları ve gamma ışınları vs. gibi. 

Yahu bunları ne diye anlatıyorsun diyenleri duyar gibiyim. Tekrar lise yıllarınızı yad edesiniz diye anlatmıyorum efendim. Anlatmak istediğim bir konu var; fakat bu temel bilgileri hatırlamadan anlaşılmasının pek mümkün olmadığını düşündüğümden anlatıyorum. Doğrudan her partikülün bir dalga boyu ve titreşime sahip olduğunu ve dolayısıyla insan bedeni ve beyninin dalga boyu ve frekansının olduğunu söylemem yeterli olur muydu? dalga nedir, dalga boyu nedir, frekans nedir gibi detay sorular olacağı gibi; bu durum deneysel olarak kanıtlanmış bir bilgi midir ya da bunun olup olmaması neyi değiştirir; pratik hayatımdaki rolü nedir gibi birçok sorunun oluşmasına neden olurdum. Ki şu anda bu sorulara neden olmuş durumdayım..

Peki, o halde doğrudan konuya girelim. Evrende bulunan her cismin aynı zamanda bir dalga (titreşim) ürettiğini söyleyerek başlayalım. Örneğin evinizdeki yemek masasının yapısındaki atomlar nedeniyle bir titreşime sahip olduğunu ve uzaya titreşimler saldığını biliyor musunuz? Yani masanız evrenle iletişim halindedir. Öncelikle var olduğunu, sonra nerede olduğunu titreşimler sayesinde anlatmaktadır. Masanız hidrojen, oksijen ve karbondan meydana gelmiştir. Karbonun ürettiği dalga boyu 0.40 ile 1.0 nm (nanometre) arasındadır. Frekansı (titreşimi) ise 250000MHz - 600000MHz aralığındadır. Oksijenin frekansı ise 33892MHz - 67784MHz aralığındadır vs vs. Örneğin bitkilerin bizi bildiğini, hava tahmini yapabildiğini, yanında durduruğumuzu anlayabildiğini ve hatta üzerimizdeki giyisinin rengini bildiklerini biliyor muydunuz? İspanya'da bir grup araştırmacı avrupa araştırma projesi kapsamında bitkilerle konuşma (Talking to plants) üzerine bir araştırmayı sürdürmekteler. Bitkilerin birbirleriyle elektrik sinyalleri ile konuştuklarını tespit etmiş durumdalar. Ayrıca bitkilerin hava durumu hakkında kapsamlı bilgiye sahip olduklarını da belirlediler. Biyoloji uzmanı Stefano Mancuso, bitkilerin yerçekim alanı, elektrik alanlarını ve kimyasal değişim miktarı gibi çok geniş bilgiye sahip olduklarını tespit ettiklerini söylüyor. Bu verileri topraktan ve havadan aldıkları titreşimler sayesinde belirleyip analiz edebildiklerini belirlediklerini ifade ediyor. 

Yine fazla teknik detaya girdik ama bu bilgileri paylaşmakta fayda olduğunu düşünüyorum. (daha detayına girmek isteyenler periyodik tablonun frekans ve dalga boyu tablolarına bakabilirler.) Atomların neden ve nasıl frekans (titreşim) ürettikleri konusu fazlaca teknik olduğundan; gündelik dile tercüme etmenin zorluğu nedeniyle bu detaya girmeyeceğim. Fakat bilinmesi gereken, evrendeki herşeyin atomlardan meydana geldiği ve tüm cisimlerin (maddenin) bir frekans (titreşim) ve dalga boyuna sahip olduğudur. Bunu böyle söylemekle beraber, detay hesaplarına girmeden konsept olarak şu bilgiyi paylaşmakta yarar var. Bilimsel gerçeklik; evrenin %5'inden daha azı atomlardan oluşmaktadır. Geriye kalan %95lik kısmının ise karanlık enerji veya karanlık madde (dark energy/dark matter) denilen ve henüz tespit edemediğimiz bir enerji veya madde türünden oluştuğunu biliyoruz. (Eğer evrenin tamamı atomlardan oluşmuş olsaydı; geriye boşluk bırakmayacak derecede dolu olması gerekirdi. Evrenin tamamı tıpkı bir kumaş gibi ya da bardağın içindeki su gibi olmalıydı.. fakat durum bundan farklıdır.)

Şimdi ise beden ve beynimizin hangi dalgaları ürettiklerine bakalım. Uyurken/bilinçsiz durumdayken 0.5-4 Hz frekansında delta, hayal kurarken 4-8 Hz frekansında theta, sakin durumdayken 8-12 Hz alfa, bir konuya odaklandığımızda 12-35 Hz beta ve en üst beyin aktivitesinde ise 35 Hz üzerinde gamma dalgaları üretiriz. En huzurlu durumda yani doğadayken veya sevdiğimiz birinin yanındayken, dünyanın ürettiği frekansa eşit frekans üretiriz (7.83 Hz). Bu eşitleme araştırması Prof. W.O.Schumann tarafından Münih Üniversitesinde 1950'li yıllarda yapılmıştır. Daha sonra Dr. Herbert König bu araştırmayı daha ileriye taşıyarak; insan mutluluğunun bu frekansa bağlı olduğunu göstermiştir. Bu frekansın yükselmesinin, insan üzerinde stress'e neden olduğunu göstermeye çalışmıştır.

Bu araştırma, fiziğin kanıtlarını pekiştirme niteliğindedir. Buradan varılacak sonuçlar tek değildir. İnsanın huzurlu ve mutlu olduğu frekansı ve nedenini gösterirken aynı zamanda insan beyninin ürettiği frekansları da incelemiştir. İnsan beyninin frekans üretmesi şu anlama gelir. Düşüncelerimizi ve duygularımızı konuşmadan, beyin dalgalarımız ile uzaya yollamaktayız. En başta konuşulanı duyan kulak ve bunu anlayan beyinin ironisinden bahsederken; bu noktaya da atıfta bulunmayı hedeflemiştim. Eğer her insan beyin dalgaları ile duygu ve düşüncelerini iletiyorsa; geriye yalnızca bu titreşimleri (dalgaları) duyup anlayabilecek beyinlerin geliştirilmesi kalıyor. Bilindiği üzere dünyada yaşayan telepatlar vardır. Bu kişiler, sizin duygularınızı hisseder ve düşünce titreşimlerinizi algılarlar. Genelde 6. his olarak tarif edilmeye çalışılan şey budur. 

Meksika dağ köylerinde yaşayan yerlilerin bir inançları vardır. Eğer iki insan birbirini severse aralarında görünmez telciklerden bir bağ oluşur. Sevgi yaşadığı sürece, birlikte ya da ayrı olsalar dahi bu telcikler sayesinde birbirlerini hissederler. Özledikçe daha çok hissederler. Yapılan bilimsel araştırmalar, bu çok eski inanışın doğruluğunu da kanıtlamaktadır.


Günün birinde, aklınızda size ait olmayan sesler ve hisler duymaya başlarsanız; hemen endişe etmeyin. Belki bir adım daha gelişmişsiniz ve size iletilen titreşimleri (mesajları) deşifre edip anlamaya başlamış olabilirsiniz ya da belki şizofren başlangıcıdır kim bilir..



Wednesday, 13 January 2016

Dar kafalılık ya da vizyonsuzluk üzerine kısa bir yazı


Dar kafalılık ya da vizyonsuzluk üzerine kısa bir yazı.

Yukarıdaki birinci şekilde günümüzdeki tüm fizik teorilerini görüyoruz. Bu yazıda bu teorilerin detaylarına girmeyeceğim. Mümkün olduğunca sade bir dille ve farklı çok uzun olmayan yazılarda örnekler vererek açıklamayı sürdürmeyi hedefliyorum. Birçok öğrenci ve profesörün dahi halen anlamakta zorluk çektiği ve anlayamadığı modern fiziği yalın günlük dile indirgemenin ve hayatımıza etkilerini anlatmanın çokta kolay olmadığını söylemem gerek. 

Alttaki ikinci şekilde ise, Michelson ve Lord Kelvin'nin en hafif ifadeyle talihsiz açıklamalarını ve ardından yapılan gelişmeleri görüyoruz. "Fizikte herşeyin keşfedildiğini ve bundan böyle keşfedecek başka birşey kalmadığını" açıklamalarının ardından 1905 yılında Einstein fotoelektrik etkisi üzerine bir makale yayınlamış ve daha sonra 1921 yılında bu alanda nobel ödülü almıştır. Sanırım bu nobel ödülü, bu talihsiz zihinlere ciddi bir darbe olmuştur. Ayrıca şunu belirtmekte fayda var ki, tarih daha henüz sol alttaki G (Newtonian gravity) seviyesindeyken yapılmış açıklamalardır.

Kıssadan hisse; aklımızı merakta ve öğrenmeye açık tutmanın ne kadar doğru bir yaklaşım olduğunu kanıtlayan tarihsel bir duruma tanıklık etmiş olduk. Bazı insanlar öğrendiklerinin herşey olduğunu ve ötesinin olmadığına kendilerini inandırmışlardır. Değişmeyeceklerini ve insanların değişmediklerini savunurlar. Bu ifade, şu anlama gelir : "ben herşeyi öğrendim; biliyorum. daha fazla öğrenecek birşey yoktur. Bu nedenle değişmem. Beni olduğum gibi kabul edin." Oysa bu tarihsel örnek sanırım bu primitif bakış açısındaki kişilere bir tokat niteliğindedir.

Öğrenmede ve bilgi yolunda sağlıcakla kalın..

Tuesday, 12 January 2016

Global Dünya II


Yazının birinci bölümünde globalleşen ekonomi ve siyaset üzerine tartıştık. Şimdi ise globalleşen dünyanın, bilimin gelişmesi ve öğrenme üzerine etkileri üzerinde durmak ve bilgisizliğin nelere sebep olabileceği hakkında tartışmak istiyorum.

Gelişmenin ve insan olmanın gerekliliği, öğrenmek ve bilgidir. Bilgiye sahip olmayan insan cahil kalır. Cehalet ise tüm olumsuzlukların, geri kalmışlığın ve hatta hayatı anlayamamanın, değişememenin ana parametresidir. Her yazımda, hayatın eğlence-içki sofraları-keyiften ve konformizm'den ibaret olmadığını vurgulamaya çalışıyorum. Çünkü böyle yaşayan insanlar aslında toplumun virüsleridir. Bir virüs besleneceği ortama yerleşir ve tüm kaynakları tüketinceye dek oradaki hayatı sömürür. Her türlü rezalet ve pisliğin bulunduğu yerde böyle seviyesiz-cahil insanlar vardır. Ancak dikkat edilmelidir ki bu tipler iyi birer oyuncu ve kimi zaman çok başarılı bir popülist (burada çağın,ortamın durumuna göre çevresindekileri etki altına almak için uygun kelimelerle konuşan anlamında kullanıyorum) ya da insanlara kendini olduğundan farklı gösteren birer bukalemundur. Böylece ortama nüfuz ederek kendilerini sevdirir; kabul ettirirler. Bu virüslerin sömürü için (ki kelimeyi her türlü anlamında kullanıyorum; aşktan,sekse,paraya,mala,mülke,güce vs..) uygun ortamı yakaladığı anlamına gelir. Sonuç olarak yinelemek gerekirse; bilginin olmadığı yer-insan kullanılmaya ve çoraklaşmaya açıktır. Aslında belki de gerekli sonucu bu olur diye tanımlamak daha doğru olacaktır.

Bilgi ise özele indirgendikçe tüme varım ile genelleştirmeye ve varsayımlarda bulunmaya açık kapı bırakır. Bu bir eksikliktir. Bu yolu kullanarak varılan sonuçlar olasılık hesaplarına göre saçma değerlendirmelere yol açar. Daha doğru olan yol ise; büyük resim üzerinde çalışıp; detaylara fokuslanarak daha karmaşık bilgileri toplamak üzerine olmalıdır ki ancak bu durumda genelden detaya, detaydan genele hareket imkanı mümkün olacaktır. Bu tür bilgi sonucunda yapılacak değerlendirmeler, olasılık hesaplarına göre doğruya en yakın sonuca varmamızı sağlayacaktır. Örnek verecek olursak; tek bir insan modeli üzerinde çalışıp; buradan toplumu değerlendirmeye gitmek (tüme varım) hatalı modelleme-değerlendirmelere açık kapı bırakacaktır. Oysa aynı araştırmayı toplum üzerinde yürütüp; buradan detaylara inmek yolu kullanılacak olursa (aile ve birey detayına) bu durumda hem toplum genelinde hem de aile-birey bazında daha fazla bilgi elde edilmiş olacaktır. Artı olarak toplum/aile-birey matrislerine ulaşılmış olacaktır. Başka bir örnek daha vereyim. Uzayda uzun süre kalan astronotların, döndüklerinde anlattıklarına bakalım.

İngiltere Uzay Dairesi'nden Libby Jackson, uzaydan dönen bütün astronotların aynı şeyi söylediklerini belirtiyor.
"İnsanı gerçekten değiştiren şey, dünyayı oradan görmek oluyor. Gördüğümüz tüm fotoğraflar, izlediğimiz videolar bir yana, o görüntüyü insan kendi gözleriyle görmeden gerçek anlamda takdir edemiyor. Ve bu da uzay istasyonu ekibinde derin etkiler yaratıyor.
Yeryüzünü uzaydan görmenin insanda yarattığı etkiye, "kuşbakışı etkisi" deniyor. Eski astronot Michael Lopez-Alegria, uzayda iken görülenleri anlamanın büyük bir yoğunluk taşıdığını söylüyor.
Lopez-Alegria, "Tüm insanlık tarihinin yaşandığı yeri, orada, aşağıda görmek büyük etki yaratıyor. Gerçek olduğunu görmek... Gezegenin boyutlarının yanı sıra, insan varlığının etkilerini de görüyorsunuz. Hava kirliliğini, çevre kirliliğini, ormanların yitirilmesini, sulak alanların çok daha küçülmüş olduğunu... Gezegenin ne kadar hassas olduğunu, ekolojik sistemin kırılgan dengelerini daha iyi fark ediyorsunuz. Ekosistemin ve sürdürülebilirliğin ne denli önemli olduğunu daha iyi anlıyorsunuz." diyor."
Bu bakış açısı; tarih, tıp, ekonomi, mühendislik, sosyoloji, psikoloji, pozitif bilimler dahil olmak üzere tüm disiplinlerde kullanılan bir yapıdır.

Günümüzde Big History (Büyük Tarih) olarak isimlendirilen yeni bir tarih alanı oluşmuştur. Üniversitelerde okutulmaya başlayan bu tarih alanı yukarıda bahsetmeye çalıştığım metodu kullanmaya başlaması bakımından heyecan vericidir. Çünkü tüm disiplinleri bünyesinde barındırarak, alanında çok yetkin kişilerin bir araya gelmesiyle; Big Bang (büyük patlamadan) kozmolojik tarih, galaksiler tarihi, yıldız ve gezegenlerden, atomik modellere ve kimyasal yapılara, evrensel jeoloji ve oradan antropoloji-insanlık tarihi, tıp ve biyolojiye kadar tüm disiplinleri içinde barındırmayı hedeflemiş bir tarih alanıdır.

Böylece sorgulayan bir zihnin bilime olan açlık ve merakıyla; günümüz teknolojileri sayesinde, Macquarie üniversitesinden Big History (Büyük Tarih), Stanford Üniversitesinden Theory of Relativity, Oxford Üniversitesinden Quantum Mechanics, Tokyo Universitesinden Big Bang to dark Energy ve Kore Üniversitesinden Acoustics, Illinois Üniversitesinden Business Statistics, Hollanda Leiden Üniversitesinden International Law in Action (Uluslararası Hukuk), vs.. derslerini alıyorum. 

Son cümle olarak bunun iyi bir imkan olduğunu ve sizlerin de hangi yaşta olursanız olun bu imkanları kullanmasını umut ettiğimi söyleyerek tamamlamak istiyorum. Bilgi yoksa bizler birer hiçiz !

Sunday, 10 January 2016

Yaşıyor musunuz?

Ekonomi birinci sınıfta anlatılan temel ihtiyaçlarını karşılamış her insan, hayatının bir döneminde yaşamı sorgular. Ben neyim? Yaşam nedir? Buraya nereden geldik? Yaşamın anlamı nedir? Neden ölmek zorundayım? Öldükten sonra ne olacak? Yok mu olacağım? Yok olacaksam neden doğdum? O halde yaşam nedir? Bir anlamı var mı? vs vs vs. bilgi ve akıl seviyesine göre her insan bu tip soruları sorar. Din ise, bu soruların basit karşılıklarını vermiştir. Oysa bu kavramları her insan farklı şekilde anlar. Çünkü her insanın kavramları anlama-hayal etme-yorumlama kapasitesi farklıdır. Farklıdır çünkü ya eğitim seviyesinden ya da dna kodunun ona sunduğu kapasitif özelliğinin sonucundandır. Basitçe; eğitimli ya da eğitimsizdir; veya aptal ya da zekidir. Bu durumun sonucu olarak, aldığı yanıtları ya olduğu gibi kabul eder ya da sorgulamaya devam eder. 

Bugün bilimsel perspektifte; yaşamın ne olduğunu; var olup olmadığını tartışacağız.

Yaşam varolmak ve varolduğunun bilincinde olmak olarak tarif edilir. Buradaki nüans bilinçtir. Oysa rüyada ya da ayık olduğunuğunuzu bilinç size söyleyemez. Bu durumda yaşıyor olduğunuzun kanıtı, hayatta olduğunuzu gözlemleyip söyleyendir. Kuantum mekaniğe göre bu gözlemcinin verisinin doğru olduğunu kanıtlayan diğer gözlemcidir. Peki bu ikinci gözlemcinin hayatta olduğunu kanıtlayan nedir? Üçüncü gözlemci. Üçüncüsünün hayatta olduğunu kanıtlayan dördüncü gözlemci. Bu sarmal sonsuza dek gidemez. Sonuncu gözlemcide biter. Peki o halde sonuncu gözlemcinin hayatta olup olmadığını ve gözleminin doğruluğunu kanıtlayan nedir? Görüldüğü üzere hayatın varolduğunu kanıtlama döngüsü sonuncu gözlemcide çıkmaza girer. 

O halde yaşadığınızı ve yaşamın varolduğunu kanıtlayan veri-olgu nedir?
Bilincin bu yeteneğe sahip olmadığını olası olarak iki durumdan biri halinde olabileceğini kanıtladık. Ya uyku halindedir ya da uyanıktır. Bunu bilincin kendisi kanıtlayamaz. O halde yeniden soralım.
Yaşadığınızı kanıtlayan veri-olgu nedir?
Hayatta olduğunuzu nasıl kanıtlarsınız?

Bu duruma ben yaşamsal paradoks diyorum.

Uyanık ya da uykuda olduğunuzu ; hayatta ya da ölü olduğunuzu kanıtlayan bir parametre daha olmak zorundadır. Yüzde elli hayatta, yüzde elli ölüyüzdür. İlk yüzde ellinin yüzde ellisi kadar uyanık, yüzde ellisi kadar ise uykudayızdır sonucunu yüzde 100 olarak kanıtlamak için özel bir parametreye gereksinim vardır. İşte bu parametre, size durumuz halkında kanıtlayıcı veriyi üretebilir. Bu parametre içinde bulunduğunuz uzay-zaman denkleminin dışında olmak zorunda ki sizi koşullandıran şartlardan bağımsız olsun.Bu parametre öyle bir durumda olmalı ki aynı döngüsel yapıya bağımlı olmamalı. Verinin doğruluğunu kendi gözlemi ile tanıtlayıp kanıtlayabilir olmalı. 
İşte bu noktada evrensel bir paradoksla karşı karşıya kalıyoruz demektir.
Çünkü evrensel-fiziksel kuralların dışında  ve kendi gözlemini tanıtlayıp kanıtlayabilir bir yapıya sahip olmadığımız gibi bu bilgiye de ulaşabilmiş değiliz. Bilim bu noktada ölçümleyemediğini kendi sınırları içine alamadığından, problem bu noktada çözümsüz kalıyor. 

Sonuç olarak, bilimsel perspektifte yaşamı kanıtlayan bir parametreye ya da veriye sahip değiliz anlamı çıkar. Yalnızca elimizde olan x,y,z ve t,e değerlerinin ölçümleri ile sınırlı kalmakta. Eğer yaşamsal paradoksa geri dönecek olursak; bu ölçümleri kanıtlayacak bir parametreye de sahip olmadığımızı söylemek zorundayım. Boyutların boyutlar olduğunu, zamanın bir fonksiyon olarak aktığını ve enerjinin varlığını kanıtlayacak; evrensel paradokstan etkilenmeyen bir veri ya da olguya sahip değiliz. Basit bir örnek verecek olursak; gözlerimizin gördüğü renklerin varolduklarını ya da gördüğümüzü (ölçümlediğimizi) varsaydığımız tayfta olduğunu kanıtlama şansına sahip değiliz.

Bugünkü bilgimizle, yaşamın bir varsayımdan ibaret olduğunu kabul etmekten başka bir yolumuz yoktur. Belki halen rüya görüyorumdur...


Not : Yukarıda anlatılanlar, Erwin Schrödinger'in quantum mekaniğini açıklamak için kullandığı kedi deneyi ile Einstein Genel Görelilik Kuramının sentezidir.

Temel İhtiyaçlar (Basic Needs) : Yaşama, Hava, Su, Barınma, Giyinme, Beslenme ve Korunmadır. 

Friday, 8 January 2016

İnsanca birşeyler.

Bazen düşünceleri anlatmak için uzun cümlelere gerek yoktur.
Konuşur gibi yazmak diyelim.
Düz yazı ile şiirin füzyona tutulmuş şekli diyelim.
Konuşurken arada dertleşmek
ya da sesli düşünmek diyelim.
Öyle ya da böyle 
belki de şöyle demeli
ekspresyonist sözcükler
duyguları düşüncelere füzyonlayıp
kelimeye sarılmış insanca birşeyler.