Thursday, 30 March 2017
İnsanlar nasıl değişir?
Toplum, çevre koşulları, arkadaş, dostlar ve özellikle birlikte yaşadığımız insanlar bizi biz yapan kişiliğimizi nasıl değiştiriyor? Bu değişimi nasıl tetikliyor? Nasıl etkiliyor?
Bu makalede, bu sürecin nasıl işlediğini tartışmaya çalışacağım. Kilit kelimemiz ise epigenetik.
Düne kadar epigenetik tanımı aşağıdaki gibi yapılırdı.
"Epigenetik, biyolojide, DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyişle, ırsi (kalıtımsal) olup genetik olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir. Bu değişiklikler hücreyi ya da organizmayı doğrudan etkilemektedir ancak, DNA dizisinde hiçbir değişiklik gerçekleşmemektedir."
Fakat yeni araştırmaların ışında, bu tanım çoktan eski kalmış durumdadır. Çünkü bizi biz yapan kişiliğimizin ana yapı taşımız olan DNA'nın çevre koşulları, arkadaş, dostlar ve özellikle birlikte yaşadığımız bireyler ile etkileşimi sonucunda nasıl yeniden şekillendiğini veya diğer bir deyişle yeninden kodlanıp, yazıldığını inceleyeceğiz.
Bu nedenle belki de isimlendirmeyi epigenetik-psikoloji olarak yeniden tanımlamak gerekli görünüyor.
DNA'yı iki katman olarak düşünmek gerekiyor. İlk katman milyonlarca yıl içinde evrilmiş olan insan DNA'sı ve diğeri ise epigenetik DNA katmanı. İlk katman, kalıcı ve değiştirilmesi oldukça güç bir katman. Fakat, epigenetik katman, dinamik ve koşullar karşısında yeniden kodlanmaya açık bir katman. Maymunlar üzerinde yapılan testler göstermiştir ki; aynı kalıtımsal DNA dizisini almış olan iki ayrı maymunun, farklı koşullar altında tamamıyle farklı özellikler (kişilikler) sergilediği kanıtlanmıştır. Hem davranış hem de hastalık tabloları ikiz maymunlarda, uzun süreli farklı koşullar altında yetişkinlik evrelerinde oldukça farklı sonuçlar üretmiştir. Fareler üzerindeki testler yine benzer sonuçlar vermiştir. Davranış modellerinin, sosyalleşme davranışlarının, problemler karşında izledikleri agresif, zeki veya uyumlu davranışların, hastalık tablolarının oldukça farklı sonuçlar üretmeleri DNA analizlerinin farklı dizimler oluşturabileceği düşüncesine neden olmuştur. DNA analizlerinde ise, dizilimlerin farklılıklar göstermesi ise; dış etkiler karşısında DNA'nın değişim gösterdiği sonucuna ulaşmayı sağlamıştır. Yapılan detay testlerde ise; DNA dizilimlerinin net olarak yeniden organize olduğu gözlemlenerek, kanıtlanabilmiştir.
İlk gençlik yıllarında ailesinin yanında olan birinin, aile yaşamından sonra kendi yaşamına geçtiğinde yaşam tarzının değiştiğini gözlemleriz. Bireyler, anne ve babalarından aldıkları genetik koda rağmen onların yaşam çizgilerini birebir izlememeyi tercih ederler. Kendi yaşam anlayışlarını geliştirirler. Bu durum her ne kadar böyle olsa dahi, anne ve babalarından edindikleri davranışların bazılarını tekrar ettiklerine tanıklık edebiliriz. Bunun nedeni nedir? Temel genetik kod mudur? Yoksa, öğrenilmiş davranışlar mıdır? Psikoloji bilimi, bireylerin, ebeveynlerinden edindiklerinin öğrenilmiş davranışlar olduğunu söyler. Eğitim seviyesi, seçtikleri yaşam tarzı, ebeveynlerinin yaşam tarzından farklı olduğu halde; bu yeni yaşam tarzının içine eski kalıplaşmış-öğrenilmiş davranış modellerinin nasıl adapte edilebildiğini sormak zorundayız. Davranışlar, alışkanlıklar, çevresel faktörlere ve bireyin seçimlerine dayanıyor ise; davranış ve alışkanlıkların kaynağını nerede aramalıyız?
İnsan DNA'sının dizilim modeli, bireyin kapasitesini belirler. Göz renginden, saç yapısına; beden yapısından nöronlarına dek sahip olduğu her bir yapı, DNA'nın belirlediği şekilde oluşur. Böylece bizler biz oluruz. Seni belirleyen detaylar gibi beni ben yapan detaylar DNA'nın oluşturduklarıdır. Boyumuz, göz renklerimiz, kas yapımız, nöron kapasitelerimiz, akıl-zeka gücümüz, öğrenme yeteneklerimiz....... gibi düşünce ve seçim modellerimiz DNA'nın kaynak kod olarak sunduğundan öte olamaz. DNA kodu nesilden nesile aktarılan bir alt temele sahip olduğu halde; on kuşak önceki büyük babanızın yaşadığı yaşam tarzı, seçimleri, sevip, sevmedikleri ile, kişiliği ile sizin aranızda bir bağ veya paralellik kuramazsınız. Bu ise, davranışların ve seçimlerin değiştiğini anlatır. Böyle olmasaydı; tüm insanlık halen ilk insanların yaşadığı tarzda yaşardı. Buradan çıkaracağımız sonuç şudur : DNA birden fazla katmanlı kod yapısına sahiptir. Böyle olmak zorunda olduğu sonucuna varırız. En alttaki temel kod; çok fazla değişikliğe uğramadan nesilden nesile aktarılır. Bunu kanıtlamak kolaydır. Çünkü; öncelikle insan formunda doğmaya ve çoğalmaya devam ediyoruz. Bir başımız. İki kolumuz, ellerimiz, bacaklarımız ve ayaklarımız var. Hepimiz bir yüze sahibiz. Gözlere, kulak, burun vs. Sonra ise; aileden gelen bedensel benzerlikler izlenebilir düzeydedir ve fakat vektörel olarak çeşitlilik göstermesi de zorunludur. Çünkü, her evlilik, farklı ailelerden gelen bireylerin taşıdıkları özelliklerin çocuklarına geçmesiyle çeşitlenir. DNA kodu böylece zenginleşerek sonsuz çeşitliliğe - olasılığa ulaşır. Fakat halen, bu durum bireyin davranış - seçim modellemesini açıklamaya yetmiyor. Böylece, üst katmanda daha dinamik bir DNA kodunun olması zorunluluğuna ulaşıyoruz. Dinamik yapı demek, değiştirilebilir, esnek ve yeniden yazılabilen kod anlamını taşır. Elbette CRISPR gibi tekniklerle ana kodun değiştirilmesi ve yeniden yazılması da mümkündür fakat konumuz davranışlar, seçimler ve alışkanlıklar üzerinedir.
Fareler ve maymunlar üzerinde yapılan deneylerde, biyolojik anneleri ve gönüllü anneleri tarafından yetiştirilen ikiz örnekler kullanılmıştır. Yıllar sonra denekler izlendiğinde, davranışların ve yaşam tarzlarının birbirlerinden tamamen farklı olduğu görülmüştür. Bu deneyin kanıtladığı şudur : aileden alınan genetik kodun ne olduğunun davranış ve yaşam tarzı üzerinde doğrudan bir anlamı yoktur. Fakat ebeveynlerin davranış-eğitim-ilgi modellerinin çocukların, ergen oluncaya dek davranışlarını, sağlıklarını şekillendirdiğini ve çevresel koşulların ise bu düzenlemede önemli rol oynadığını anlatır. 10 yıllık çalışma sonucunda, ebeveynlerin davranışlarının, çocuğun gen kodlarını değiştirdiği kanıtlanabilmiştir. Gerçekleştirilen testler, DNA üzerindeki kimyasal siyallerin metilleme işaretlemesi ile gerçekleştirilmiştir. (Moshe Szyf)
İnsanlar üzerinde testlerin yapılması etik ve yasal olarak mümkün olmadığı için, doğa şartları sonucunda gerçekleşen örneklerin izlenmesi ile bir dizi araştırma yapılmıştır. 1998 yılında Kanada Quebec şehrinde doğal felaket boyutunda bir kış yaşanmıştır. Elektrik kesintileri ve soğuğun etkisinin, o dönemde hamile olan kadınlar ve doğum yapanları üzerinde gerçekleştirilmiş ve 15 yıl boyunca takibi yapılmıştır. Doğal felaket boyutunda doğan çocukların çoğunluğunda; aynı bölgede normal şartlar altında doğan çocuklara göre çok daha fazla hastalık geliştirdikleri gözlemlenmiştir. Ayrıca, bu dönemde doğan çocukların mental sorunlar yaşadıkları, aşırı stresli, sinirli, saldırgan bireyler oldukları yine aynı gözlemler sonucunda elde edilmiştir.
(Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin ne kadar etik olduğu ayrı bir tartışma konusudur ki ben de bu tip deneyleri asla etik bulmayan biriyim. Fakat etik kılabilmek için sentetik klon canlıların yaratılmasına neden olmaya başlaması ise farklı bir tartışma konusuna neden olmaktadır.)
NIH to stop baby monkey experimentshttp://www.cbsnews.com/news/nih-stops-baby-monkey-experiments/
NIH defends monkey experimentshttp://www.nature.com/news/nih-defends-monkey-experiments-1.16814
By manipulating the mouse genome, Rafael Casellas brings human gene therapy closer to reality.
https://irp.nih.gov/our-research/research-in-action/scientists-with-talent
Karen Adelman investigates how the body’s cells stay on top of their environment.
https://irp.nih.gov/our-research/research-in-action/bookmark-this-gene
How early life experience is written into DNAhttps://www.ted.com/talks/moshe_szyf_how_early_life_experience_is_written_into_dna#t-189798
Sunday, 19 March 2017
Aklımdaki Demokrasi
Özet haliyle aklımdaki demokrasi...
Var olan haliyle çoğulcu demokrasinin, politikacıların oyun alanlarındaki çıkar grupları ve lobilerin egemenliğinin hukuksal tanımı halini aldığını düşünüyorum. Bu nedenle halkın egemen olmaktan çıkarılması, seçimden seçime oy verme oyunu oynamasına indirmekten başka bir şey değildir.
Oysa ki egemen olan lobiler değil, sistemlerin amacı olan halk kitleleri olmalıydı.
Ve yine farkında olmadığımız diğer nokta ise, asıl çözüm bekleyen sorunların siyasal, politik olmaktan çok uzak başından sonuna dek teknik sorunlar olmasıdır. Kaynak planlaması, kaynağın dağıtılması, ekonomi, iklim değişimi sorunu, tarımsal sorunlar, tarihsel alanların korunması, doğal alanların korunması vs vs vs. Örneğin kitleler halinde ölen arıların bizlere, eko-sisteme, geleceğe, ekonomiye etkisini bir politikacı vizyonuyla anlayamaz ve çözemeyiz. Tarımın ekolojik veya daha verimli hale getirilmesi ya da susuz ortamlarda tarım yapılması yine bir politikacının vizyonuyla çözülebilecek bir konu değildir. Bu örnekleri yaşanılan sorunlara uyarlayıp, çoğalttıkça; asıl problemlerimizin teknik konular olduğu anlaşılacaktır.
Tarihten günümüze yönetim sistemlerini incelediğimde; belirli bir grup veya gücün tek başına temsil edilmediği tek yönetim sisteminin Birleşmiş Millet Hukuk ve Yönetim Sistemi olduğunu görüyorum.
BM'de her ülkenin tek bir oyu mevcuttur. Genel sekreter veya heyetler olmasına karşın; üyelerin ortak kararı olmadan bir eylem kararı alınamaz. Genel Sekreter veya bir heyet tek başına bir karar alıp hayata geçiremez. Böylece sistem kendi içinde eşitliği ve dengeyi barındırır.
Bir ülkenin yönetim sistemine uygulandığında, partiler veya ideolojiler yoktur. Aksine üyelerin veya diğer deyişle millet vekillerinin bağımsız olarak kendi şehir ve bölgelerinin ihtiyaçlarının temsil etmesi mümkün olabilir. Örneğin her şehir 3 millet vekili seçer. 1 milyondan büyük nüfusa sahip şehirde ise; milyon başına bir millet vekili uygulanabilir. Böylece meclisteki millet vekili sayısı oluşur.
Yürütme ve yasama ile ile ilgili çalışmalarında kendi seçmenlerinin/şehirlerinin ihtiyacı doğrultusunda oy kullanırlar veya ilgili konuları oylanması için meclise taşırlar. Komisyonlar ve alt komisyonlar yine aynı millet vekilleri tarafından oluşturulur. Ayrıca teknik ekiplere ihtiyaç duyulmaması için millet vekillerinin teknik yeterliliklerinin olması şartı aranır.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi; kuvvetler arası tartışmaların olması ve böylece en doğruyu bulmaya yönelik bir ilkedir. Bu nedenle kuvvetler ayrılığı ilkesi yaşatılmalıdır. Fakat, millet meclisi halkın bizzat kendisini temsil etmesi nedeniyle yine en üst organ olarak kabul edilmelidir. Birleşmiş Milletler mantığının küçük bir modelinin uygulanması olarak düşünebiliriz.
Her meclisin bir meclis başkanı vardır. Meclis başkanı meclis içinden dönemsel olarak seçilir. Görev ve yetki olarak meclis çalışmalarının düzenli olarak çalıştırılmasıyla sınırlıdır.
Cumhurbaşkanı, BM genel sekreteri formunda, meclis tarafından seçilen temsili bir kişi olarak değerlendirilebilir. Temsil yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte işlevsel olarak semboliktir. Meclis kararlarının ve eylemlerinin dışında bir söylemi ya da eylemi söz konusu olamaz.
Hali hazırda var olan sistemimizden farklı olarak ön gördüklerim şunlardır.
* Millet Vekili seçimlerinde partiler yoktur.
* Partiler olmadığı için ideolojiler yoktur.
* Parti programları, hedefleri yoktur.
* Başbakan, bakanlar kurulu yoktur.
* Cumhurbaşkanı seçimle başa gelmez.
* Eşitlik ilkesi esastır.
* Ben yaptım anlayışı yoktur. Biz, hepimiz, birlikte el ele çalışıyoruz anlayışı vardır.
* Ana hedef zenginleşmek değil; öncelikle ülkenin tarım, teknoloji, ekonomi, sağlık, eğitim, hukuk, eşitlik, adalet alanlarında kendine yeter olmasıdır. Ülkenin kendi ihtiyaç ve üretimleridir. Buna karar verecek olan ise, halkın kendisidir. Seçimden seçime değil; sürekli ve düzenli olarak veri, görüş toplanması esastır. Teknolojinin geliştirilmesi bu yolun oluşmasını sağlayacak şekilde sağlanmalıdır.
* Seçilme barajı yoktur. En yüksek oyu alanlar seçilirler.
* Seçime katılma hakkını kazananlar, kendilerini ve düşüncelerini anlatan bilgileri seçim kurulu ile paylaşırlar. Seçim kurulu, ilgili millet vekilinin tanıtımını bölgesinde gerçekleştirir. Ayrıca seçim konuşmalarının eşitlik ilkesi çerçevesinde yapılmasını sağlar.
* Yönetim programları, millet vekillerinin, şehir ve bölgelerinin ihtiyaçlarını meclise taşıyıp, sunmaları ile oluşur. Oylanan ihtiyaçlar öncelik sırası alırlar. Kabul görmeyen öneriler uygulanmaz.
* Millet vekillerinin teknik yeterliliklerinin yüksek olması, daha detaylı analiz çalışmaları yapabilmelerini sağlar. Daha az teknik personele ihtiyaç duyulur. Organizasyon en az sayıya ulaştığında en verimli ve ivedi çalışamalar yapılabilir.
* Millet vekillerinin, Cumhurbaşkanının maaşları asgari ücretin 4 katını geçemez. Dokunulmazlık hakkı yoktur. Her birey kanunlar karşısında eşittir. Böylece, gerçekten ülkesine hizmet etmek isteyecek kişiler millet vekili olmaya karar verebilirler.
* Kanun dışı davranışlarından dolayı doğrudan sorumludurlar. Dava açılması için herhangi bir şart aranmaz.
* Millet vekilliği seçimlerine katılabilmek için tercih ettikleri teknik konulardaki yeterliliklerini kanıtlamaları ve ayrıca Üniversiteler tarafından ortaklaşa hazırlanmış sözlü ve yazılı sınavı geçebilmeleri şartı aranır.
* Meclisin %10'u tecrübeli işçilerden oluşmalıdır. İşçi sınıfının ihtiyaç ve sorunlarının temsil edilebilmesi için bu şarttır. Ancak, bu işçilerin çalışma yılları ve tecrübeleri sınanmalıdır.
* Meclisin %50'si kadınlardan, %50'si erkekler oluşması şartı ilke olarak aranmalıdır.
* Meclis çalışmalarına bir yılda %33 oranda katılmayan millet vekilinin vekilliği düşürülür. Herhangi bir mazeret değerlendirmeye alınmaz. Ülkesine hizmet edememe halinin bir mazereti yoktur. Bölgesinde yeniden seçim tanzim edilerek yerine yeni millet vekili seçilir. Çünkü amaç sistemin işlemesini sağlamaktır. Bu noktada önemli olan bireyler değil, ülkenin kendisidir.
* Yurtdışı iş ve çalışmalarda çalışacak; yabancı dil seviyesi yüksek, konusunda eğitimli kurullar oluşturulur. Raporlama mercii meclisin kendisidir. Bu kurulun amacı anlaşmaları yapmak değil; karşılıklı sunulan anlaşmaları doğru anlamak ve meclise sunmaktır. Karar meclis tarafından verilir. Yurtdışı kurulu, verilen kararı iletmekle sorumludur.
* Askeri konular, Güvenlik Meclisine aittir. Kararlar yine meclise sunulması ve oylanması ile elde edilir. Dış bir saldırı halinde; özel kanunlar önceden oylanarak karar verilir ve tüm şartlar önceden değerlendirildiği için o şartlar oluşacak olursa; kimin ne yapacağı ve hangi görevi alacağı önceden tespit edilmiştir. Doğal afet hali için de benzer çalışamalar yapılır. Eylemler ve görevler bellidir.
* Sistemin göreli olarak yavaş çalışmasından ziyade doğru ve adaletli çalışması prensibi önemlidir.
Akıllı, eğitimli ve vatan sever insanların bir araya gelmesi, çok daha iyi ve akılcı yol ve yöntemlerin doğmasını sağlayacaktır. Fakat öncelik, halkın sağlığı, bilimsel temelli eğitilmesi, barınma, korunma ve ekonomik ihtiyaçlarıdır. İyi niyetli ve bilgi ile donatılmış akılcı eylemler; her şartta doğru sonuçlar üretir.
* Bu yönetim modeli tek bir ülkeden bağımsız ve tüm ülkeler için düşünülmüştür.
* Gelir gruplarının meclisi etkilemesini olanaksız kılmak için meclis içi gruplar dışlanmıştır.
* Prensip olarak parlamento, tüm bilimsel disiplinlerin temsil edilmesi esasına dayanır.
* Farklı meslek gruplarında gelen işçi vekillerin temsil edecekleri, ilgili meslek grubu çalışanlarının hakları olmalıdır.
Saturday, 18 March 2017
Yeni Bisiklet
İki veya iki buçuk yıl önce arabaya bisiklet askısı aldığım günden beri bir bisiklet mağazasına uğramışlığım olmadı. Sanırım herşeyi epey yedekli alma alışkanlığım nedeniyle, malzemeler bugüne kadar yetip arttı maşallah.
Bugün, bir bisiklet mağazasındayım; değişen neler var? Yeni neler çıkmış? etrafa bakınıyorum. Bu esnada, satıcı çocuk 1.90 boylarında bir adamı yakalamış ama fena yakalamış bisikleti satmak üzere. Adam, yelkenleri suya bırakmış; artık satın alacak. Yavaşça yaklaşıp, izlemeye başlıyorum. Nasıl salça olsam diye de düşünüyorum. Pişmiş aşa su katmam lazım! Mağazanın ortasındaki manzara, aslan ile maymunun öyküsünü andırır nitelikte. Aslanın kıpırdayacak hali kalmamış. Derken, bütün pervasızlığımla ortaya laf atıyorum. Kaç para bu pislet? Satıcı çocuk rahat ve sakin bir tonda rakamı söylüyor.. aslında değeri daha fazlaymış ama o daha az söylüyormuş edası bisiklete çarpıp kulaklarımda patlıyor adeta. Neeeeee! Daha canım? diyorum. Ciddi misin? Satıcı çocuk şöyle bir baştan aşağı süzüyor. O sırada satın almakta olan adam tarafından da süzülüyorum. Tartışlar sonrasında, adam hemen bisiklete sarılıyor. Onu ben aldım dermiş gibi bana bakıyor. Yok yahu, senin bisikletine talip değilim diyorum. Hem böyle ucuz bir model aramıyorum diye ekliyorum. Adam : Ucuzzz mu? diyerek bana bakıyor. Sonra, bu paraya 2014 model orta sınıf bir araba alınır beyefendi diyor. Hımm, olabilir ama ben yine de daha iyi bir şey arıyorum diyorum. Dağ, tepe falan gezmeyi severim derken; adam ise, ben sahilde binicem diyor. Ben, olurrr deyince, onaylamamdan hoşlanmış gibi bana bakıyor. Uzun süredir mi bisiklete biniyorsunuz diye soruyor. Eh diyorum, birkaç on bin km yapmışlığım vardır. Adam ve satıcı çocuk gözlerini kocaman açmışlar bana bakıyorlar. Satıcı çocuk henüz o an çok daha keyifli bir halde. Nasıl olmasın! Çok daha pahalısını arayan bir müşteri mağazada dolaşıyor. Derken adama dönüp, soruyorum. Eğer sahilde sürecekseniz; neden bu dağ bisikletini seçtiniz? Adam, önce kem küm ediyor; sonra bu güzel görünüyor diye yanıt veriyor. Güzel mi? Nasıl yani diye tekrar soruyorum. Adam ve satıcı çocuk bisikletin özellikleri birlikte anlatmaya başlıyorlar. Peki, iyi de; bu bisiklet, dağ bisikleti diyorum. Adam, hemen atlıyor; diğer herkes sahilde dağ bisikletine biniyor. Öyle mi? diyerek ve yüzümü biraz ekşiterek.... artık birşeyler anlatmanın zamanının geldiğini düşünüyorum. Bakınız diyorum: Dağ bisikleti, şehirde off-road jeep sürmek gibidir. Veya kamyonla sahilde tur atmaya benzer. Eğer aracımı yalnızca sahilde süreceksem, yerinizde olsam daha zarif bir araç tercih ederdim. Mesela bir cabrio.. Adamı artık yakalamış durumdayım. Satıcı çocuk ise daha mutlu. Hemen özel seri bisikletlere yöneltiyor bizi. Titanyum, karbon alaşımlı şeyler. Fiyatlarından hiç bahsetmeyeyim. Bu kez, doğrudan 2017 model orta sınıf bir araba alınabilir. Adamın gözleri parlamış olarak bisikletlere bakıyor. Üstelik, ender yani az sayıda olanları çok daha ilgi çekici. Başka birinin aynı modelle yanından geçmesine olanak yok. Pişti olma olasılığı neredeyse sıfır yani. Ben yine burun büküyor, dudak kıvırıyorum. Birkaç teknik soru sorup; şusu var mı; busu ne üretimi falan diye? Eğlencenin hat safhasındayım! Satıcı çocuk, ama efendim ama efendim diyerek savunmayla anlatıyor. Hımmm, anladım da şu marka parça olsaydı, selesi şu malzemeden, bu model olsaydı falan diye geçiştiriyorum. Satıcı çocuk, hemen getirtiriz efendim; parçalarını değiştiririz diyor. Aaaaa, parçaları değiştirebiliyor musunuz? diye soruyorum. Evet efendim; bisikletin dilediğiniz parçasını değiştirebiliyoruz diye eklerken rahatlıyor ve övünmenin sesine yansıdığını hissediyorsunuz. Adam, gariban şaşkın. Ne yapacağını, ne alacağını çoktan karıştırmış durumda. Onca parayı verecek ama sahilde sürecek. Ve belki ayda birkaç gün sürecek zavallım.
Ben, daha fazla uzatmadan mağazadan ayrılmaya karar veriyorum. Satıcı çocuk, karar vermediniz sanırım diyor. Yok arkadaşım, renginin tonunu beğenmedim diyorum. Sonra birden adama dönüp, bakınız diyorum; eğer sahilde bisiklet sürmek istiyorsanız; boyunuza uygun kadro boyunda ve çok daha uygun fiyatlı bir bisiklet tercih edebilirsiniz. Ayrıca, dağ bisikleti tercih etmenizin hiçbir mantığı yok. Şehir, tur bisikletleri var ve çok daha uygun fiyatlıdırlar. Amacınıza da tam ve en doğru şekilde hizmet ederler. Adam, önce birkaç saniye susuyor. Sonra, bu birkaç onbin km bisiklet sürmüş adam bir şey söylüyorsa; bilerek konuşuyor diyerek; beni anladığını onaylayan birkaç cümle kuruyor. Çok haklısınız. Yalnızca yarım saat önce onca parayı buraya bırakamaya hazırdım; şimdi araştıracağım diyor. Kendisine, internette birçok makale olduğunu söylüyorum. Evet, lütfen önce biraz okuyup, araştırın diyorum. Hep birlikte vedalaşırken, satıcı çocuk sanırım biraz üzgün görünüyor.
Haa, bu arada elim boş çıkmıyor; bisikletime iki tane iç lastik alıyorum.
Thursday, 16 March 2017
Yaşam, Su, Ekonomi, Sevgi, Paylaşma vs vs vs
1940'lı yılların sonlarında doğan beat kuşağından, renkli hippi hareketine ve oradan günümüze değin süren; kapitalist ve savaş temelli sisteme karşı çıkış ile daha paylaşmacı ve sevgi dolu bir yaşam arayışı arasındaki gerilim; farklı bakış açılarını ve eleştirileri tetiklemektedir. Gezegenimizin bugün geldiği kirlilik durumunu ve kaybedilen canlı türlerini görmezden gelemeyiz.
Kapitalist ve Savaş orijinli sistemin dayanak noktası; tüketimi hızlandırmak için olası tüm yolları kullanarak hayali düşmanlar yaratıp bir yandan silah endüstrisini beslerken; aynı zamanda toplumların kamplaşmasını sağlayarak, bir araya gelmelerini ve ortak hareketlere girişmelerini engelleyerek sistemin varlığının sürmesini ve büyümesini sağla mantığını gütmektedir.
Böylece, mal varlığı yani asset yani toprak-mal sahipliği hariç olmak üzere, ortalama 100 şirket hisse ortakları ve çalışan üst düzey kadroları toplam ticaret ve emisyon hacminin %99'una sahipken; dünya nüfusunun geri kalan kısmı %1'ine sahip olur. 1.Sanayi Devrimi öncesi Fransız Burjuva İhtilali ile başlayan bu süreç günümüze dek derinleşerek sürmüş ve en üst düzey burjuva sınıfını yaratmıştır.
Onlarca yıldır karşı çıkış hareketlerine çeşitli isimler veren insanların temel amacı; bu burjuva sınıfının elinde topladıklarının tüm insanlara dengeli olarak yayılmasının talebidir. Tek mesele, sorunu Karl Marx dışında tanımlayabilen kimsenin çıkmaması; Karl Marx'ın ise geleceğe dair tahminlerinde sapmalar olması, onun fikirlerini kitlelerin gözünde tutarsızlaşmasına neden olmuştur. Böylece sorun bir bütün olarak tanımlanıp, predikte edilemediğinden; karşı çıkışların çözümsel fikirlerden çok, duygulara dayanmasına (romantik) ve bunun sonucu olarak yeterli değere ulaşamamasına ve dolayısıyla kitleselleşmemesine neden olmaktadır. Bu da açıkça; her karşı çıkış hareketinin burjuvanın elinde tuttuğu sisteme yenilmesine neden olmuştur ve olmaktadır.
İnsanların temel ihtiyaçlarına (yemek-barınma-korunma vs) yenik düşeceğini bilmek kapitalist sistemi elinde tutan %1'lik burjuvanın çok iyi bildiği bir gerçektir.
Günümüzde kadınların birlikte hareket ve eylemleri bazı uyanışları beraberinde getirmiş olsa da; sorunu baştan sona tanımlayan ve akılcı çözüm yolları üreten bir sisteme ihtiyaç olduğu açıktır. Aksi durumda; dünya nüfusunun aşırı artışı, sistemlerin daha içe kapanmalarına neden olacağı ve nasyonel-millyetçi akımların genele yayılacağını ön görmek sanırım çok abartılı olmayacaktır.
Öte yandan belki daha iyi anlamak için şöyle düşünebilirsiniz : Eğer gezegen üzerinde tek bir organizma-tür; gezegenin ekosisteminin taşıyabileceği popülasyonun üzerine çıksaydı ne olurdu? Örneğin virüslerin %500 arttığını düşünebilirsiniz. Veya kurt popülasyonunun %500 arttığını ya da yosunların popülasyonunun aynı miktarda arttığını. Veya gezegenin güneşe olan açı ve uzaklığının bir sebeple %5 kaydığını düşününebilirsiniz. Zincirin halkaları gibi çok hassas bir denge içinde olan tüm ekosistemin dengeleyemediği bu durum karşısında çökmeye başladığını görürdük. Çünkü tüm fiziksel yapı, kimyasal ve organik bir dengenin ürünüdür.
Diyeceksiniz ki; gezegen neden yörüngesinden %5 uzaklaşsın! Ekosistemle ne alakası var? Dünyanın atmosferi, sürekli olarak asteroid ve meteor bombardımanına maruz kalmaktadır. Bu gayet doğal ve sürekli yaşanan bir durumdur. Dünyanın atmosfer katmanları ve oksijen miktarı sayesinde; atmosfere giren asteroidler yanmakta ve çok küçülmüş olarak gezegene çarpmaktadır. Bu nedenle, asteroid çarpma etkisi olmamaktadır. Ancak, atmosfer katmanları ekosistemin bir parçasıdır ve hızla bozunuma uğramaktadır. Oksijen miktarı azalmakta ve atmosfere giren asteroidleri yakıp, küçültme etkisi azalmaktadır. Her yıl dünyaya 37000 ila 78000 bin ton göktaşı düşmektedir. Fakat yandıkları için çoğu küle dönüşmüş olarak yeryüzüne ulaşabilmektedirler. Atmosferin gezegen üzerinde oluşturduğu kalkan bozunuma uğradıkça göktaşlarının doğrudan çarpma etkisi artacak ve iri olanları 50milyon megatonluk atom bombası etkisi ile patlayacaktır. Bu etki zamanla gezegenin açısını ve yörüngesinde (orbit) sapmaya neden olabilir.
* How many meteorites hit Earth each year? (Intermediate)http://curious.astro.cornell.edu/about-us/75-our-solar-system/comets-meteors-and-asteroids/meteorites/313-how-many-meteorites-hit-earth-each-year-intermediate
* Nasa Asteroid Fast Facts
https://www.nasa.gov/mission_pages/asteroids/overview/fastfacts.html
* What if an Asteroid Hit the Earth?https://www.grc.nasa.gov/www/k-12/Numbers/Math/Mathematical_Thinking/asteroid_hit.htm
Sonuç olarak, iki temel noktaya varıyoruz. Birincisi, gezegenin ekosistem dengesinin korunması mecburiteyine; ve İkinci olarak ise, kraliyet-padişahlık / köle-kul sisteminin Global burjuva ekonomisi olarak sürdüğünü ve ancak bu sistemin ekosistem ve dengeli kaynak ekonomisi olarak yeniden yapılandırılması gerekliliğe!
Umursamazsak ne olacak? Kim bilir? Yine de çökmüş bir ekosistem içinde insan türünün varolamayacağını öngörmek çok abartılı olmayacaktır.
https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_largest_companies_by_revenue
World trade in 2015-2016
https://www.wto.org/english/res_e/statis_e/wts2016_e/WTO_Chapter_03_e.pdf
Kısa ve Dokümantasyon Filmlerle Anlatımlar
Paranın Efendileri : Karl Marx ve Marksist İktisat (Belgesel)
Büyük Buhran ( Kara Perşembe ) Belgeseli
Charles Moore: Seas of plastichttp://www.ted.com/talks/capt_charles_moore_on_the_seas_of_plastic#t-17594
TEDxNewHaven - Charles Eisenstein - The Gift of Happiness
A New Story of the People: Charles Eisenstein at TEDxWhitechapel
The Rovultion is Love - Aşk Devrimi
http://surdurulebiliryasam.tv/film/ask-devrimi
Su Film Festivali
http://surdurulebiliryasam.tv/film/yasam-icin-su-film-festivali
Occupy Love
http://occupylove.org/
http://www.filmsforaction.org/watch/occupy-love-2013/
Tuesday, 14 March 2017
Pedal Çevirme Mevsimi
Pedal çevirme mevsimi geliyor ve ağır ağır bisikletli kalabalıklarda artış gözleniyorsa; hem bir iki uyarı yayımlamak hem de birkaç faydalı araçtan bahsetmekte yarar var.
Basit maddeler halinde yazayım ki okunması ve anlaşılması kolay olsun.
1. Havaların ısınması bisikletli sayısını arttığı gibi araç sayısını arttırır. Sebebi basittir. Güzel havalarda evde tıkılıp kalmak yerine herkes kendini dışarı atar. Bu nedenle, bisiklet yollarını mutlaka tercih ediniz. Kalabalık sürüş yapmak sanıldığı gibi daha güvenli değildir.
2. Eğer araçların bulunduğu yollarda bisiklet sürmek zorunda kalıyorsanız; mutlaka görünürlüğünüzü en üst seviyede arttırmalısınız ve mümkün olduğunca araçlardan uzak durmaya çalışmalısınız. Sabırsız veya kural tanımaz, kendini delikanlı kabul eden kişiler ani ve oldukça tehlikeli hareketler yapabilirler. Emniyet şeridine girebilir, diğer araçların arasından zik zak geçiş yapabilir (makas atma diye de bilinir) veya hiç beklenmedik patinaj ve savrulma hareketleri yapabilirler. İnsan ile araçları karşılaştırmanın bir mantığı yoktur. Kaza/Çarpma esnasında insan ölür, yaralanır demeye gerek var mı?
3. Orman yolları ve dağlarda sürüş yapıyorsanız;
- Lütfen köpek kovucu sinyaller kullanmayınız.
- Ardınızda kirliliğe neden olacak çöp ve gıda artıkları bırakmayınız.
- Hayvanlara lütfen yiyecek vermeyiniz.
- Ortamın keyfini çıkarıp, doyasıya ciğerlerinize çekip; ardınızda kirlilik bırakmadan ve yalnızca yanınızda fotoğraflar ve videolarınızda geri dönünüz. Kırdığınız her dalın, yok ettiğiniz her çiçeğin, bitkinin ekosistemi bozduğunu, olumsuz etkilediğini anımsamaya çalısınız. Hadi ya birşey olmaz gibi delikanlıca davranışlar; tipik delikanlılık cahilliğidir! Delikanlı olmayın, duyarlı ve düşünceli olun lütfen!
4. Aşağıdaki videoda birkaç faydalı detay var diyelim. Eğer çok kalabalık bisiklet park yerlerine bisikletinizi park ediyorsanız ya da bisikletinizi kaybetmişseniz işinize yarayabilir. Ayrıca 2kg ağırlığında ve bisikletinizi elektrikli bisiklete çeviren bir araç mevcut. Oldukça etkili bir arka lamba var. Bunları sanırım ebay'den satın alabilirsiniz.
Bu videoda konu edilmemiş ancak mutlaka yanınızda bir ilk yardım kiti bulundurmanızı öneririm. Siz veya bir başkası düşüp yaralanacak olursa; işinize yarayacaktır.
5. Bu videodaki konulardan biri de Rath Racer isimli bisiklet araba. Aslında bu araç, tek kişilik elektrikli bir araba. Pedal çevirdiğinizde, kinetik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürüyor ve böylece elektrik motoru ile yol alıyorsunuz. Her ne kadar aşağıda link olarak "Bikes vs Cars" dokümantasyon filmini bırakıyor olsam ve buradaki eleştirilerin ve vurgulanmak istenen ana fikre karşı çıkmasam da; yakın geleceğin araçlarının pedallı veya pedalsız elektrikli ve küçük araçlar olacaklarını şimdiden görebiliyoruz. Bir bisiklet sever olarak, pedallı olmaları elbette bana daha sevimli görünmelerini sağlıyor. Öte yandan araç kullanırken spor yapmayı da mümkün kılıyorlar.
Bikes vs Cars (film)
Her ne kadar başlığın konusu olmasa da farklı bir konuya da dikkatinizi çekmek ve üzerine düşünmenizi sağlamak istiyorum.
4.Endüstriyel Devrimin yaklaşık 10 yıl gibi bir süre içinde değişim etkilerini dünyanın her yerinde görmeye başlayacağız. Bunların başında ise robot ve AI (yapay zeka) teknolojisinin birçok alanda insanın yerini almasıyla ortaya çıkacak. Çin ve ABD'nin batısında ilk örnekleri görülmeye başlandı bile. Örneğin bir fabrika 650 çalışanını 95 robot ile değiştirdi. Kendi kendine giden otobüslerin ilk örnekleri görülmeye başlandı. Burada tartışmalı nokta şudur.
İklim Değişimini etkilen ana etmen kirli teknolojidir. Teknolojinin tüm dünyaya hızla yayılmasını sağlayan etmen ise global kapitalist ekonomidir. Global kapitalist ekonomiyi besleyen ise dünya nüfusunun hızlı artışı ve büyük kentlerdir. Kentlerde çalışan kalabalıkların günlük ulaşımı araç endüstrisini ve üretimi tetikler. Bunun sonunda tüketim oluşur. Tüketimi besleyen üretimdir. Bu kısır döngü kendi içinde çatışmalara neden olur. Örneğin global kapitalist ekonomi büyük üretici kitleye ihtiyaç duyarken, gelmekte olan robotik teknoloji tüketici kitlenin işsiz kalmasına ve bunun sonucu olarak tüketici olma değerini yitirmesine neden olur. Şöyle örnek vereyim. Araçların (elektrikli ve değil) şoförsüz işlemeleri, milyonlarca şoförün (tır, otobüs, tren, taksi, deniz araçları, hava araçları, iş makinaları vs) işsiz kalması demektir. Hukuk alanına girecek olan AI ile avukat, hakim, polis, güvenlik kurum çalışanlarının zamanla işsiz kalması demektir. Tıp alanına girecek AI ve robotik teknolojinin sonucunda çok büyük oranda sağlık çalışanı ve doktorun işlevsiz ve işsiz kalması demektir. Bu durum zamanla pazarlamanın ve satışın anlamsızlaşmasına ve bu alanda çalışanların atıl kalmasına neden olur. Fabrika işçileri ve tüm kurumların beden işçileri işlevsiz kalarak atıl duruma düşecektir. Bu zincirleme bir reaksiyon gibi neredeyse tüm alanlara yayılacaktır. Ahçıdan, Şirket direktörlerine dek uzanabilecek bir eğilimdir. İlk on yılda daha dar alanda kalsa bile 25 yılda insana neredeyse çalışacak alan kalmayacaktır. Tüm bunların sonucunda şehirler, şehir olma özelliklerini yitirmek zorunda kalacak ve işsiz-gelirsiz kalan büyük kitleler, kırsal alanlara göçecektir. Gelirsiz kalan insanın temel ihtiyaçlarını karşılamak için ki bunlar yemek ve barınma olduğunu düşünecek olursak; 4.endüstriyel devrimin sonuçları beklenenden çok farklı sonuçlar doğurabilir. Elbette bu tartışılan konular içindedir. Ucuz ve pratik üretime karşılık eğer tüketici bir kitle yoksa; üretimin anlamı kalmıyor. Çok dar alanda kalacak olan gelir sahibi tüketicilerin çok yüksek fiyatlar ile ürünleri satın alması olasılığı olsa dahi bu durumun ekonomik dengeyi sağlayıp sağlayamayacağı belirsizlik taşımaktadır.
Eğer 4.endüstriyel hareket kontrol edilemez ve tüm alanlara yayılırsa ki bu çok muhtemel gibi görünüyor; bu durumda bisiklet mi araçlar mı tartışmalarının da bir anlamı kalmayacaktır. Öte yandan gezegenin kirlenme oranı her geçen ay artmaktadır. Öyle bir hal aldı ki; tahminlerin ötesinde bir hızla +1 dereceye ulaşmak üzereyiz. Himalayaların zirvelerinde dahi yüksek karbondioksit ve metan kirliliğine rastlanır oldu. Dünyanın en derin deniz çukuru Mariana (10994m) diplerinde yaşayan deniz canlılarından alınan örneklerde toksik (zehirli) atıklar bulundu. National Geographic raporuna göre her yıl 8 milyon ton plastik atık denizlere dökülmekte. Bunun sonucu olarak toplam okyanusların %88'i plastik ve diğer zehirli kirleticilerle kaplanmış durumda olduğu hesap ediliyor. Fitoplakton (denizlerde yaşayan fotosentetik organizma) gezegenin toplam oksijeninin %70'ini üretiken, deniz suyundaki kirlilik kitlesel olarak öldüklerinin Nasa tarafından raporlanması ile son noktaya vardı.
Biz, insanlar. Gezegene, ekosistemine uyumsuz yaşayan canlılar. Gezegenin kaynaklarını tüketen yaratıklar. Bisiklet mi, araçlar mı, bisiklet yollarımı diye tartışırken; teknolojik değişimler yapma mücadeleleri verirken tek evimiz olan gezegenimizin durumunu fark etme noktasına gelmek zorundayız.
Monday, 13 March 2017
Kendini uçurtma yap, bırak süzülsün rüzgarda
Kendini uçurtma yap, Balon yap, bırak süzülsün rüzgarda
http://www.aeolian-ride.info/info.html
http://www.aeolian-ride.info/video.html
http://www.aeolian-ride.info/photos.html
Saturday, 11 March 2017
Conventional TV Broadcast is Ending!
I believe that old style conventional TV broadcasting is ending. In fact all old style conventional media is ending. This is not a revolution instead it is just a change. Gutenberg printing press of books have already upgraded to e-books. Even nowadays printed press is upgrading to internet newspapers. If we keep continue thinking this way; conventional tv broadcasting is upgrading to internet TVs and even personal shows and programmes on youtube, periscope, livestream, ustream etc.
If you chat with youth under 25 years old than you will probably find that they prefer internet personal shows and programmes to watch and listen to music via spotify which indicates very much that all conventional broadcasting is ending. And even radio broadcasts because the reason is very simple! Not much people listen to radio.
Today I have faced an interesting speech among my neighbors. One of them was saying that "my swedish clock has broken. One of the main gear is broken" and the other one replied to him. "OK man, give it to me. I have 3D printer at home. I can print the new one and bring it to you tomorrow morning!"
My very young daughter was saying last week "Dad! I have to catch the rhythm on the piano for the show". OK. I tried to advice to her and I said "I should have that song in one of my records (old disc) so you can listen to the rhythm"; she suddenly replied to me "No Dad. I know that. It is very scratchy. I am watching the video in youtube. Dont worry, I can figure out it!" I said by myself "hey what is going on to the world which I know!"
So the conculusion is very simple. The old world we know is really changing. This change will also trigger the change of economy. Becasue you will remember, big capitalism economy had started by TV advertisements. We saw the products and buy if it is necessary or not but we just bought them. Personal TV shows and programmes are ending also this habit. I think it is also good thing.
I still do watch TV news & read newpapers however youth does not do that but They know faster than I learn. For example, I do intend to talk about a car accident in somewhere and I get an reply "I know that; I watched online Ali's periscope broadcast" and the other one say "Did you listen to drivers' complains?" No I didn't. Becasue I know that drivers' complains were not in the TV news. But that man had watched it on John's youtube broadcast with comments.
Well, this is the world we live in today. So this indicates that it is changing and seems keep continue changing!
Friday, 10 March 2017
Stephen Hawking ve Dünya Hükümeti
Yaşamım boyunca tesadüflerin olmadığına inandım. Ve her yaşadığım, karşılaştığım deneyimde tesadüf diye bir şeyin olmadığını hayatın yeniden kanıtladığına şahit oluyorum.
Bundan bir süre önce, 16 Kasım 2016 tarihinde "Pluralistic Democracy vs ISG" başlıklı bir makale yazmıştım. İngilizce yazmış olduğum için belki herkes tarafından okunup, anlaşılamamış olabilir. Bu makalede çoğulcu demokrasiyi tartışmıştım. Demokrasi sistemini bile henüz dünyanın yarısı anlayamamış veya yaşayamamış olsa dahi sistemin artık çok eski ve yetersiz taraflarından bahsetmiştim. Demokrasi yerine ISG yani Entelektüel (akıllı) Bilimsel Hükümet sistemini önerdim. EBH sisteminde tek dünya yapılanması altında bilim insanlarından kurulu yerel veya diğer deyişle Ulusal Yönetimlerden bahsetmiştim. Temel mantık şuydu. Gezegenimiz üzerindeki çözüm bekleyen sorunların tamamı teknik olduğu halde teknik olmayan insanların bu sorunları çözme ihtimalinin olmamasıydı. Örneğin çamaşır makinanız ya da bilgisayarınız bozulduğunda bir politikacıya gitmezsiniz; ya da din adamından öneri almazsınız, hele ki bir belediye başkanına götürmeyi aklınızdan geçirmezsiniz. Şehirlerimizdeki sorunlardan, ekonomi ve hukuksal konulara kadar tüm çözüm bekleyen sorunlarımızın ancak konularında aşırı derecede uzman ve hiç bir çıkar ya da lobi tarafından etki altına alınamayacak bir grup bilim adamı ile çözüme ulaştırılabileceğinden bahsetmiştim. Özet olarak böyle olmakla birlikte böyle bir organizasyonun lobi ve herhangi bir ulusun etkisine kapılmadan nasıl kurulabileceğini değerlendirmeye çalışmıştım. Birkaç aşama ile bu noktaya ulaşmamız mümkün kanımca. Birleşmiş Milletlerin önderliğinde ve dünya çapındaki üniversitelerin ve enstitülerin eşliğinde bir üst organizasyon kurulması gerekli. Ardından ilk kurulun seçimle iş başına gelmesi önemli. Ardından sınavların hazırlanması ve en az iki aşamalı sınavla ikinci bir kurulun oluşturulmasının sağlanması gerekiyor. Böylece ilk kurul görevini tamamlamış olacak ve kendini feshedecek. Yeni oluşan üst kurul BM'nin hukuksal güvencesinde yeni sınavların hazırlanmasını ve yapılmasını sağlayarak lokal kurulları oluşturacak. Bu aşamaların her tekrarında sistem daha akortlu (ahenkli) ve uyumlu olacak. Uyumun artması evrimsel aşamaların devreye alınması ile gelişecek. BM demek tüm dünya ülkeleri demek olduğuna göre ve BM önderliğinde başlatılan bir yönetim sisteminin adı Dünya Devleti demek olacaktır. Amaç, bir bölge veya ulusun çıkarları değil; gezegenin tüm kaynaklarının dengeli dağılımı ve kullanımı ile gezegen boyutunda bir dengenin oluşturulması demek olacaktır. Sitemin mantığı böylece sürüp gidiyor.
Bugün Stephen Hawking'nin sözlerini okuduğumda biraz sevindim ancak hemen ardından içimi umutsuzluk sardı. Çünkü onun dayanak noktası gelişen teknolojinin gezegende neden olabilecek tehditler üzerineydi. Benimle aynı konudan bahsediyor olsa da gerekçesinin farklı olması, benim göremediğim ancak onun fark etmiş olabileceği bir gelecek tehditi üzerine olmasıydı. Oysa, gelişen teknolojinin BM önderliğinde tek dünya yönetiminin kurulmasını mümkün kılabileceğini düşünüyordum. Aksi durumda gezegenin her noktasından eş zamanlı verilerin toplanması ve aynı anda milyarlaca insanın eylem ve düşüncelerinin anlık olarak işlenerek günlük raporlar haline getirilmesi nasıl mümkün olabilecekti? İnsanların ve gezegen üzerindeki tüm canlıların, ekolojik verilerin anlık olarak toplanıp işlenip, anlık raporlara dönüştürülemeden sistemin doğru çalıştığının anlık olarak izlenmesi mümkün olamayacaktı!
Kendime fizikçi demek istemiyorum ama fizik sever biri olarak, dünyaca ünlü teorik bir fizikçinin önerisine hem sevinmek hem de üzülme duygusunu aynı anda yaşamanın tetiklemesi ile bu satırları sizlere ulaştırıyorum..
Daha fazla sistemsel teknik detaydan bahsedip sıkıcı olmak veya ütopist görünmek istemem. Anlaşılmamak ise başlı başına farklı bir sorun elbette!
Sağlıkla kalın.
Wednesday, 8 March 2017
Kadın
Defalarca kez sosyal medyada yazdım çizdim. Burada da yazmış olayım. Kadın, insanlık medeniyetinin kurucusudur. Tarımı geliştiren kadındır. Giysileri, ev eşyalarını, tarım aletlerini geliştiren kadındır. Kadınlar yüz yüze bakarak otururlar. Bu nedenle konuşma ve anlatma ihtiyacı duyarak dili geliştiren yine kadındır. Çocuğunu rahminde taşıyan, doğuran ve büyüten, eğiten kadındır. Süs eşyalarını geliştiren kadındır. Aklına gelen her ne varsa, medeniyetin beşiği kadındır.
Erkek, avlanır ve savaşır. Başka da bir şey bilmez. Halen de öyledir. Erkek, köleliği icat edendir. Yüz yüze bakarak konuşmaz, bu nedenle de ne dendiğini anlamaz. Anlamadığı için tehdit hisseder, öfkelenir, düşmanlar yaratır ve savaşır.
Kadın, yerleşik düzeni kurandır. Köyleri, şehirleri yaratan kadındır. Çünkü düzenli bir ev ister. Adına yuva der. Orasını güzelleştirir, yeşertir ve yaşatır. Bakar, temizler, içini ferahlıkla doldurur. Erkek, yuvadan anlamaz. Erkenden av peşine düşer, akşam olup, kadının ürettiği yemekleri yeyip mide torbası şişince yatar zıbarır.
Kadın empatiyi hisseden, yaşayan, yaşatandır. Böylece komşusuna destek olur. Birlikte toplanıp, birlikte hareket ederler. Ta ki ataerkil vahşiler kadının kurduğu tüm uygarlığı alt üst edinceye dek böyle sürüp gitmiştir.
Elbette istisnalar vardır. Bu nedenle tarih boyunca bilim insanları olagelmiştir. Bilim insanı ne kadındır ne de erkek. İnsandır yalnızca. İşte o bilim insanları sayesinde kadının temellerini attığı uygarlığımız yükselebilmiştir.
Tekrar ifade edeyim. İnsanlık uygarlığının yaratıcısı kadınlardır. Bu nedenle uygarlığa dair hayatınızda gördüğünüz her ne varsa, kadınların eseridir.
Yaşamın ana kaynağı kadınlara selam olsun.
Sunday, 5 March 2017
İklim Değişikliği ve İnsan Irkı
İklim değişikliği ve insan ırkı ile ilgili kısa değerlendirme ve tartışmayı izlemek için tıklayınız.
https://drive.google.com/file/d/0B2RtiDkxhYehMHhWdlVoNjFnX0U/view?usp=sharing
Bir noktayı daha aydınlatmak gerekli. CO2 (karbondioksit) atıklar zararlıdır ancak kömürdeki sülfür ve doğalgazın ana bileşeni metan zararlı değildir aksine ölümcüldür. Yani atmosferdeki miktarının artması ölümcül sonuçlara neden olur. Bu ayrımı iyi anlamak gerekir.
Üstelik daha iklim değişiminin tarımı nasıl olumsuz etkileyeceğinden ve en iyi ihtimalle artan dünya nüfusunun 2030 yılında ihtiyaç duyacağı %50 daha fazla enerji, %40 daha fazla temiz su, %35 daha fazla gıda ihtiyacından bahsetmedim.
Subscribe to:
Posts (Atom)