Dubai aktarmalı Bangalore'a uygun fiyatlı uçuş bulduğuma sevinerek yola çıkıyorum. Gençlik yıllarımdan itibaren Hindistan'a gitmek bir rüya ama aynı zamanda vazgeçemediğim bir amaç olmuştu. Ve işte Hindistan'a gidiyordum. Gece 9 gibi Dubai havaalanına ulaştığımda, Bangalore uçuşum için check-in işlemlerimi yaptırmaya çabalıyordum. Görevli kız öyle uyuşuk ve ilgisiz ki ağır ağır sinirlenmeye başlıyorum. Adımı ve uçuşu bir türlü bulamıyor. Yaklaşık 20 dakika sonra, bırak ben bulayım diyorum. Şaşırmış gözlerle bana bakıyor ve ciddi olduğumu anlayınca uyuşukluğun yerini gergin bir arama işlemine bırakıyor. 5 dakika sonra "evreka" edasıyla bana dönüp, buldum diyor. Singapore hava yolları ile Dubai'ye ulaştıktan sonra Emirates hava yolları ile yola devam ediyorum. Daha sonraları Nijerya'ya gidiş gelişlerimde başıma defalarca gelecek olan, uçağın içerisini pompalı filit ile dezenfekte etmelerini ilk kez yaşarken, şaşkınlıktan dona kalıyorum. Gece 02:00 sularında Bangalore havaalanına varıyorum. Meksika filmlerinden fırlamış ve tarihin tozlu sayfalarını canlandırır edasıyla döküntü bir havaalanında sıraya girmiş pasaport kontrolünü bekliyoruz. Banko kirliden öte kararmış, çatlamış bir halde. Tavana gözüm takıldığında, yukarıdan geçen mavi beton boruların arasından sular damladığını görüyorum. Polis memuru durmadan bizlere bağırıyor. Sıra ip gibi düzgün olacak diyor. Bekleyeceksiniz!. Aman Allah'ım rüyalarımdaki ülke burası mıydı? O an tek hissettiğim, mümkün olan ilk uçakla geri dönmek.. İçeride genzimi yakan lağımla sidik,soğanla kişniş karışımı bir koku. Çok şükür, sabrın sonu selamet pasaport kontrolünden geçiyorum. Havaalanının dış kapısına yaklaştığımdaki kalabalığa inanamıyorum. Gecenin dördünü çoktan geçmiş olmasına rağmen, çoluk çocuk, genç, yaşlı, ihtiyar.. inanılmaz bir satıcı ve dilenci kalabalığı. Kimileri kolumdan çekiştirirken, kimileri de valizimi almaya çalışıyor. Elimden geldiğince gülümsemeye çalışıp teşekkür ederim diyerek uzaklaşmaya çalışıyorum. Gülümsemeye çalışıyorum çünkü bildiğim tek şey, yabancı bir kültürde gülümsemek en doğru korunma taktiğidir.
Otele vardığımda içim rahatlamış olarak kendimi yatağa atıyorum. Trafiğin oralarda nasıl olduğu hakkında bir fikre sahip olmadan, sabah kendimi trafiğin kalabalığına bıraktığımda; üç şeritli yolda yedi şerit aracın ilerlemeye çalıştığına şahit olduğumda çıldırma noktasına kadar geliyorum. Üstelik sağımdan solumdan başı boş inekler geçip, çöplüklerde yiyecek arıyorlar. Havada bir an bile azalmayan baharat ve sidik kokusuna takılmış durumdayım. Daha sonra aynısını Nijerya'da göreceğim, insanlar her an her yerde işiyorlar. Tek farkla Nijerya'da kadınlar da sokakta işeyebiliyorlar.
Yolun bir bölümündeki kaldırımlarında sıra sıra aileler yaşıyor. Kilometrelerce bu manzara tükenmeden sürüyor. Alış veriş mağazaları dedikleri yerler, bizim köy bakkalı mantığında fakat hiç olmazsa bizimkiler hem daha sevimli hem de içeri girdiğinizde hoş bisküvi kokuları olurdu. Burada ise, genzinizi yakan bir kokuyla karşılaşıyorsunuz. Elimde alacaklar listesi var. Hint kınası vs. Adam malzemeleri toparlarken, bir anda yanımdaki duvara dönüyor ve işiyor. Offff ki offff. Hint kınasını geçir kafasına çık git diyor içimdeki ses ama dönünce adam işedi diye almadım diye açıklamam da olanaksız.. Ya sabır çeke çeke devam ediyorum alış verişe ve dolaşıp, gezmeye. Hindistan rengarenktir derler. Evet gerçekten doğru.İnsanlar, hayvanlar, binalar, tarihi eserler, yemekler, araçlar vs herşey rengarenk. Ama kimse olağanüstü dayanılmaz kokudan ve pislikten ve hatta insanın tüm duygularını alt üst eden, kültür şoku yaşamasına neden olan sokaklardaki o fakirlikten bahsetmiyor. Öyle bir fakirlik ki, yüzlerce, binlerce aile, çoluk çocuk pislik ve yokluk içinde yaşamlarını sokaklarda sürdürüyorlar. Homeless (evsizleri) görmek gibi değil. Bildiğiniz sülale halinde ve eski püskü eşyalarıyla kaldırımda veya bir sokağın köşesinde yaşıyorlar.
Bir hafta sonra dizanteriye yakalanıp dönmek zorunda kalıyorum. Bangolare'dan Mumbai havaalanına gitmem gerekiyor. Oradan da Türk Hava Yolları ile eve döneceğim. Bangalore havaalanı bekleme salonuna geldiğimde, tam koltuğun birine oturacakken bir de ne göreyim. Biri oraya, koltuğun üzerine hacetini bırakmış. Sonrada tüm koltukları gezerek temizlenmeye çalışmış. Yine bir ya sabır çekerek, ayakta uçak saatinin gelmesini beklemeye koyuluyorum. Derken saat geliyor ve anons yapıldığında heyecanla kendimi kapıya atıyorum ki bir de ne göreyim. İkinci dünya savaşı yıllarından kalma pervaneli ve ayakta zor duran bir uçak ile Mumbai'ye gitmek zorundayım. Önce hayır diyorum ama iç hat uçuşlarını bunlarla yapıyorlarmış. Mecburen biniyorum. Yaklaşık dört saat sürüyor yolculuk. Havalanıp, ininceye dek bildiğim tüm duaları ve hatta bildiğimi bilmediğim duaları bile ezbere içimden okuyorum.. Mumbai havaalanındayım sonunda. THY biner binmez derin bir soluk alıp, güzel bir yemek yeyip, gidinceye dek uyumaktan başka bir şey düşünemiyorum.
Gel gör ki kader daha işini tamamlamamış. Havaalanında British Airways dışında oturulacak bir yer olmadığı gibi oturabileceğiniz bir bekleme koltuğu da yok. Hatta alış veriş yapabileceğiniz dükkanlar tam takır. İçlerini örümcek ağları bağlamış. Yalnızca el arabası tarzında bir çay ve bisküvi dükkanı mevcut. İleri geri volta atmaya başlıyorum ama üç saat nasıl geçecek kara kara düşünerek. Tam o sırada sarışın bir kadın yanıma geliyor. O da Londra'ya gidecekmiş. İngiliz. Derken üç beş sohbete başlıyoruz. Sonra biraz daha volta atıyoruz. Çok şükür üç saat uçup geçiyor. Anons yapıldığında tüm heyecanımla kendimi uçağa atıyorum. Ama uçak bomboş. Ya altı kişi var ya da on. Neyse, deyip arkama yaslanıyorum ve sonunda havalanıyoruz. Bir süre sonra hostes hanıma yönelip, menüdeki tüm yemekleri söyleme arzusuyla sesleniyorum. "Çok üzgünüm efendim" diyor. "Yemek firması yemek yüklemeye gelmedi. Bu nedenle hiçbir şey alamadık. Ama dilerseniz, İstanbul'da aldığım altılı top kek var yanımda. Bir tanesini verebilirim..."
Kaba bir tabir olacak ama eğer ebenizi merak ediyorsanız, mutlaka Hindistan'ı ziyaret etmelisiniz..
Sevgilerimle