Friday 6 May 2016

Psikolojiye Bakış


Aylar süren çalışmalarımın ilk adımı sonunda tamamlandı. Toronto Scarborough Üniversitesi Psikolojiye Giriş derslerini ve sınavlarını tamamladım. Tez çalışmamı bir teoriye yükseltip Steve'e incelemesi için yolladıktan sonra gönül rahatlığıyla ilk adımı başarıyla tamamladığımı söyleyebilirim.
Alberta Üni. klinik çalışmalarını ve DSM V. versiyon klinik deneyimlerini içeren psikaytr'lara yönelik çalışmalarımı halen sürdürüyorum. Bugüne kadar edindiğim bilgilerin, tahmin ettiğimin ötesinde olduğunu itiraf etmeliyim. fMRI beyin taramaları ve nöropsikoloji ile ilgili öğrenimlerimi yan koldan yürütmeye devam ederken; edindiğim bilgilerin ışında birkaç not düşmek isterim.

Günümüzdeki global sorunlar dahil olmak üzere, şehir ve iş yaşamının neden olduğu birçok bireysel sorunların başında ve en çok rastlanan tipi "depresyon". Semptomlarını üç başlık altında sayabiliriz. Bilişsel, Duygusal ve Davranışsal. Üç semptomun aynı anda görülmesi gerektiğine dair istatistiki bir belirleyicilik olmamakla birlikte, kimi bireylerde üç semptomun rastlanması mümkün olabilirken, kimi bireylerde tek tip semptom görülmektedir. Günümüzde geliştirilen anti depresif ilaçların etkin olmasını beklememize karşın, uzun dönem çalışmalarının beklenilen sonuçları sağlamadığı ve bir tip semptom önlenebilirken, diğer semptomların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu durumun kanıtladığı gerçek açıkça, psikoloji biliminin henüz çok genç bir bilim dalı olduğudur. Bununla birlikte istatistiki çalışmaları, beyin tarama ve korelasyon deney ve çalışmaları tanı noktasında oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. PTSD (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) için geliştirilen beta bloker kullanımı ve Hollanda'da yapılan Elektik Patch (elektik şok terapi) deneylerinin oldukça başarılı sonuçlar verdiği gözlenmiş durumdadır. Semptomların %30 oranında azalma gösterdiği kayıt edilmiştir.

Fakat üzülerek ifade etmeliyim ki psikolojk kökenli bozuklukların kalıcı olanlarının, diğer bir deyişle belirli bir dış etki sonucu geçici süre semptom üretmeyenlerinin tamamının kalıtsal veya bir kaza, yaralanmaya dayandığı görülmektedir. Beynimizde yaklaşık 100milyar nöron (sinir hücresi) ve beyin bölgelerini birbirine bağlayan yüz milyarlarca sinir hücresi devresi veya diğer bir deyişle sinir ağı bulunmaktadır. Her bir ağ noktacığı (sinaps) verileri kimyasal-elektiriksel olarak ileterek verinin işlenmesini, kayıt edilmesini, anımsanmasını ya da bir noktadan diğerine ulaştırılmasını sağlamaktadır. Ca+ (kalsiyum) elektriksel tetikleyici rolü üstlenirken duyu ya da duygu olarak tarif ettiğimiz sonuçların, beyindeki kimyasalların sinapslar arası dopamin, serotonin,norepineferin,epiferin nörotransmitler (sinir ağı veri taşıyıcıları) ile nöronlar arası taşınması - iletilmesi gerekmektedir. Sağlıklı bir bireyin beyninde bir günde milyon kere milyonlarca kez bu işlemler doğal akışında gerçekleşmektedir. Ancak doğuştan gelen kalıtsal bozuklukların nörotransmitler üzerindeki hasarları nedeniyle işlemler ya hiç gerçekleşmemekte (yani ilgili duyu, duygu, düşünce) çalışmamakta ya da yetersiz iletim nedeniyle hatalı işlenmektedir. Bunun sonuçlarında birey sağlıksız semptomlar göstermektedir. Örneğin görme organımız gözlerimizden beyne iletilen sinyaller yine nörotransmitler kanalıyla visual cortex'e iletilip, işlenebilmesi için temporal, frontal, amigdala ve thalamus ile veri iletişimine geçmesi gerekir. Bu veri devresinin herhangi bir noktasında aksama olması durumunda, gözlerimiz, göz sinirlerimiz, visual cortex sağlıklı çalışsa dahi gördüğümüz nesnenin, manzaranın ya da kişinin ne - kim olduğunu bilmemiz ve anlamamız mümkün değildir. Felsefi açıdan bakıldığında görüyor olmanın bir anlamı da kalmıyor.

Cerebral lobun (beyinin bölgesi) neresindeki devre iletiminin sorunlu olduğuna bağlı olarak hastalıklar-kişilik bozuklukları sınıflandırılıyor. Üzülerek ifade etmeliyim ki günümüz teknolojisi ile arızalı devrenin tekrar yapılandırılması ya da cerrahi yöntemle bağlantıların düzeltilmesi henüz mümkün değil ve gelişmeler ışığında gelecek yüzyıla kadar bu tip tedavilerin geliştirilmesini beklemek de olası görünmüyor.

Özetle içinde bulunduğumuz yüzyılı, tanılama, istatistiki veri toplama ve analiz ederek gelecekteki tedavi yöntemleri için ön hazırlık çağı olarak düşünebiliriz.  

Sevgiler.





No comments:

Post a Comment