Saturday, 17 September 2016

Dostluk, arkadaşlık ve iletişim


Kulağa garip gelecek ama dostluk kavramı tek yönlü işleyen bir fenomen. İki kişi birbirinin dostu olamıyor. Kavramın kendisinden kaynaklanan algısal beklenti, iki bireyin birbirlerini dinlemeleri, anlamaları ve karşılıklı destek ve yardımlaşmaları olsa dahi; aslında bu akış tek yönlü. Yani bireylerden biri diğerini dinleyip, gereği durumunda yardıma hazır olabilirken; diğeri yalnızca alan konumunda olabiliyor. Bu nedenle, eğer dostunuz olarak kabul ettiğiniz birine belki de uzun yıllar destek olmuş olmanıza karşın, sizin ihtiyacınız olduğunda yeterince duyarlı olamıyorsa üzülmeyin. Çünkü iki kişinin zihinsel gelişmişlik, bilgelik, empati gücünün aynı seviyede olmasını beklememek gerekiyor. Bu durum ender rastlanabilen küçük bir olasılıktır.

Arkadaşlık kavramı ise, genç yaşlarda sosyalleşme deneyimi iken ilerleyen yaşlarda yalnız var olamayan bireyin kişiliğini tamamlama ihtiyacı. Birey kişiliğini tamamladıkça çevresel, sosyal desteğe olan ihtiyacı azalır. Tipik bir çan eğrisi olarak tarif edebiliriz. Erken yaşlarda sosyalleşme ihtiyacı sürekli artış gösterirken, kişiliği de gelişir. Kişilik gelişimi üst seviyelere ulaştıkça sosyalleşme veya arkadaşa olan ihtiyacı azalmaya başlıyor.

Kişiliğini tamamlamış bireyin iletişimi ise, empati köküne dayanıyor. Toplumsal, sosyal yardımlaşma için arkadaş veya dost olmak gerekmiyor. Doğrudan veya dolaylı olarak yardımlaşma gereksinimini hisseden birey, eğer empatik bir yapıya sahipse yardım etme eğilimi veya sosyalleşme davranışlarında artış gözleniyor ki bu durum da bir çan eğrisi ile tarif ediliyor. Kimi bireylerin empati seviyesi çok düşükken; toplumların ortalama empati seviyesi grafik olarak eğrinin ortalarında toplanmıştır. Toplumdaki ortalamaya göre ender olarak empati seviyesi yüksek insanlar mevcuttur. Örneğin, aç birini gördüğünüzde yemeğinizi paylaşmanız, düşen birini kaldırmaya çalışmanız, acı çeken veya ağlayan birini dinlemeniz, sarılıp, iyi hissetmesini sağlamanız, karşıdan karşıya geçmeye çalışan yaşlı birinin koluna girmeniz; giyisi, kitap gibi eksikleri olan birilerine yardım etmeniz gibidir. Bu insanlarla arkadaş veya dost olmanız beklenmediği halde dostça bir davranış sergilersiniz. Bu davranışın kökeninde yatan, empati seviyenizin tetikleyici etkisidir. Empatik olmayan insanların yalnızca bakıp geçtiklerini görürsünüz ve belki içiniz sızlar. Topluma kızarsınız. Oysa, ne yazık ki empati seviyesi tamamiyle insan beyninin gelişimi ile ilgilidir. Eğitimle ilgili değildir. Öğretilemez. Eğitilemezler. Çünkü yeterli nöronları ve sinapsları mevcut değildir. Temporal aktiviteyi tetiklemenin henüz bir yolu olmadığına göre; yapılabilecek bir şey yoktur. Üzülmeyin.

Oysa bazı bireylerin çiçekler, karıncalar için empati hissettiklerine şahit olursunuz. Hayat ve insan böyle bir şey.


Mutlu kalın ve gülümseyin. Yine de eklemek gereken bir şey var ki; ilginçtir; ölüme yakın veya ölmek üzere olan insan tam seviyeli empatik duruma geçiyor. Pişmanlıkları, tükettiği yaşamına bağlı olarak derinleşiyor. Nasıl oluyor; kimse bilmiyor!

Monday, 12 September 2016

Evcil mi köle mi?


Evcil hayvan konusunu çok fena takıntı yapmış durumdayım. Şu sorunun mutlaka sorulması gerektiğini düşünüyorum. Hayvanları evcilleştirmek köleleştirmek değil mi? Vahşi olduğunda ise kötü bir şey mi algılıyoruz. Vahşi demek, hayvanın evcilleştirilmemiş, doğal hali değil midir? Doğayı, doğallığı, hayvan haklarını savunurken bu yapılan çelişki değil mi? 

Çiftçilerin, inek, koyun, keçi besleyip; ticari olarak değerlendirmesinden bahsetmiyorum. Bu kaçınılmaz bir durum ve evcilleştirme konusu dahilinde değildir. Besi hayvanları evcilleştirilmez. Ehlileştirilip ticari olarak değerlendirilir ki dediğim gibi tamamiyle farklı bir konudur. Üzerinde durduğum hayvanların evcilleştirilip; bağımlı köleler halinde evlere hapsedilmesidir. Ticari boyuttaki gibi beslenme ya da yaşamsal bir tarafı yoktur. Tamamiyle insanın keyfi için yaptığı bir hapsediştir! Bu nedenle karşı olmanın ötesinde önlem alınmasını düşündüğüm bir konudur. Hayvanların boynuzları veya çeşitli bedensel ögelerini keyif için kesip, öldürmekten farkı nedir? Hayvanı kısırlaştır ve müebbet hapse mahkum et!

Gıda döngüsü dışındaki tüm canlıların yaşam hakkına sahip olduğunu anımsamaya çalışın! Ve gıda döngüsünü mümkün olan en aza indirmek için et tüketiminin sağlıklı bir dengede kalması gerektiğini kendinize öğretip, öyle yaşamaya çalışın.

Kendiniz dışındaki canlılara da saygı duyulması gerektiğini lütfen unutmayın!

Sunday, 4 September 2016

Bu yaşıma kadar hayattan ne öğrendim?


Bir yüzyılın yarısını tamamlamama birkaç ay kalmışken yaşamın bana ne öğrettiğini paylaşmak istedim. İnsan, genç yaşlarında birçok umut ve planla hayata bağlanır. Yaşama dair farkındalığı oluşmaya başladığında öncelikle aldığı eğitimi iyi bir iş ve kariyere çevirmeyi düşünür. Temel ihtiyaçların ötesini hayal eder. Bu inişli çıkışlı bir yolculuktur. Kimi zaman elde eder; ama kimi zaman kaybeder. Başarı, sürekli değildir. Eğer hatalarından faydalanmayı öğrenebilirse; hatalar, bir sonra ki adımında ona yol gösterici olur. Başarı daha rafine, daha sistematik olmaya başlar. Yeniden ve sıfırdan hayata başlamak zorunda kalsa dahi bu veriler sayesinde ayaklarının üzerine kalkmayı ve dengeyi bulmayı başarır. 

Buradaki en kritik nokta, dürüst ve çalışkan olmakla ilgilidir. Yanlış ve kanun dışı yollara sapanlar için çok bir önerim olamaz. Yol, geniş bir patikadır ve bir çok şeritleri olsa da, yolda kalmaya çalışın demekten başka bir şey söyleyemem.

Yaşamın bana öğrettiği diğer bir temel ise; kişi öncelikle kendi hayatından sorumludur. Büyük hayaller ve düşünceler (politik-siyasal) peşinde koşup sağa sola savrulmak yerine kendi yaşamını makul ve insani seviyeye getirmeye çalışmalıdır. Başlangıç noktanızda çok şanslı olmayabilirsiniz. Ailenizden büyük paralar, arsalar, evler ya da işler kalmamış olabilir ki ben de sonuçta bir memur çocuğu olarak hayata başladım. Babamın tekrar tekrar söylediği bir söz vardı "altın bileziğin aldığın eğitim ve sana öğrettiğim dürüstlük, doğruluk, çalışkanlıktır oğlum. Karşına zorluklar çıkacaktır. Yılmayacaksın. Ayağa kalkıp yeniden başlayacaksın. Hayatta bir amacın olmalı. İşte o zaman yaşam sevincini kimse elinden alamaz. " derdi. Çok doğruydu. Çünkü yaşam denen yolculuğun en güzel kısmı o amacınıza ulaşmak için verdiğiniz çabalarınızdır. Amacınıza ulaştığınızda hissettiğiniz deli gibi bir sevinçten ziyade bir durgunluk, durağanlık halidir. Kısa süre sonra sizi yaşlanmaya iter. O halde yapılması gereken doğru seçenek; amacınıza ulaşmaya yakınlaştığınızda kendinize yeni bir amaç, yeni bir hedef koymaktır ki yolculuk devam etsin.

Neden mi? İlk önce böyle yaparak yaşam sevinci ve enerjinizi sürekli tazelemiş oluyorsunuz. İkinci olarak ki bence daha önemli bir noktadır; yaşam bir serüvenden çok bir eğitim alanıdır. Öğrenmeyi bıraktığınızda işte asıl o zaman ölmeye başlıyorsunuz. Önce yerinizde sayıyorsunuz. Eğlence ve keyif geliyor ardından. Sonra bir bakıyorsunuz ki eğlence ve keyif aslında sizi mutlu edemiyor. Sürekli eksikliğini hissettiğiniz şeyi aramaya başlıyorsunuz. Ama o durumdaki bu arama daha çok yitirdiğiniz inciyi karanlıkta aramaya benziyor. 



Yıllar geçtikçe, sizden beklenen sorumlulukları da şikayet etmeden yerine getirmeyi öğreniyorsunuz. Bunlar arasında ailenizle, akrabalarınızla ilgilenmek var. Onları mutlu etmeyi öğreniyorsunuz. Sonra, eğer evlenmiş ve çocuklarınız olmuşsa, onların ihtiyaçları geliyor. Bunlar sosyal bir organizmanın yapması gerekenler olduğu kadar asıl mutluluğun yalnızca kendinizi tatmin etmek değil aynı zamanda sizin dışınızdaki diğer insanları mutlu etmek olduğunu da anlıyorsunuz.

Herkesin gönlüne göre olsun diyelim ama 
bir kez evlenip boşanmış ve ikincisini deneyip; çok şükür direkten dönmüş biri olarak kendimde fark ettiğim diğer bir nokta ise; toplamda yaklaşık 15 yıl sonra, yalnız yaşamaktan mutlu olduğumu öğrendim. Bunu laf olsun diye söylemiyorum ya da yalnızlığa övgüler falan yağdıracak değilim. Fakat yalnız olmak benim için rahat ve keyif verici bir yaşam şekli. Çünkü kendimi geliştirmeye ve hobilerime zaman ayırabiliyorum. Örneğin bir yıl içinde üç yurt dışı üniversiten üç farklı bölümü bitirdim. Sınavlarımı verdim. Sertifika almaya hak kazandım. Ve halen iki bölümün üst seviyeli derslerine devam ederken; bir üçüncüsünü planlıyorum. Yazılar yazdım; resimler yaptım. Gidip görmeyi çok arzu ettiğim yerleri gidip görme fırsatı elde ettim. En güzel tarafı ise; bütün bunları yaparken hiç başım ağrımadan yapabildim. En azından geri kalan yaşamımı böyle sürmek istediğimi biliyorum.



Akşamları yemeğimi yapmaktan çok keyif alıyorum. Görebilseniz; muhtemelen ya şaşırırdınız ya da deli derdiniz. Ancak çoğu zaman ya ıslık çalarak ya da dans ederek yemek yapan bu adama şaşkınlıkla bakardınız!
https://www.youtube.com/watch?v=5x4BFZjLMmU

Bilgi ve öğrenme insana değer  ve yaşamına anlam katıyor elbet ancak başka değerler de var. Yalnızca beynimizin sol tarafıyla yani mantığımızla yaşamak eksik kalırdı. Kalbimiz (yüreğimiz) dediğimiz sağ tarafını da denge içinde kullanmamız gerekli. O bölümde sevgi var, şefkat var, renkler var, gün doğumları ve gün batımları var, akşam ezanları var, merhamet var, yardımlaşma var, empati var... Müzik mi? İşte o muhteşem bir şey. Müzik her iki yanımızı besleyebilen tek şey. Blues ise, ruhunuzdaki tüm delikleri örtebilen tek müzik formu.. Belki de bu nedenle neredeyse tüm müzik formları, folklörleri içinde blues'u bulabilirsiniz.


Olumsuz şeyler de öğrenmediğimi düşünmenizi istemem. Herkes gibi ben de yaşamın olumsuz yönlerini deneyimledim. Örneğin, sevip, varımı yoğumu verdikçe insanların daha çok istemelerine, ihanetlerine ve düşmanca davranışlarına tanık oldum. Onlardan bir şey isteyecek olduğumda; hırçınlaşıp, daha düşmanca, daha saldırgan davrandıklarını gördüm. Ve sonuçta bazı insanların eğitilemediğine ve gelişemediğine şahit oldum.

Gariptir;  örneğin bilim, yaşamın tanımı, ekonomik sistemler, müzik, zaman ve daha birçok felsefi konudaki hayata bakışım ile ilgili olarak, 17 yaşlarımdaki düşüncelerim ile halen aynı görüşteyim. Detaylar üzerine epey ekleme yapmış olmama karşın, temelde aynı paralel veya aynı çizgide olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Peki o halde değişen ve gelişen neydi?

Değişen şey, karakterimdeki sivri hatlar. Ani kararların yerini ağır başlı ve sabırlı düşünce aldı. Deneyimlerin kattıkları var sonra. Her şeye ve herkese olumlu gözlüklerle bakamıyor insan. Daha bir tedbirli, daha dikkatli seçiyor adımlarını. Lafın özü, kişiliğiniz törpüleniyor, yeniden biçimleniyor geçen yıllarla. Tıpkı, kumsaldaki pürüzsüz oval, yarı mat, yarı parlak taşlara dönüşüyor tüm dikenli taraflarınız.

Gelişen kısım ise, kendinize kattığınız bilgi. Bilgi, daha önce düşünüp, inandıklarınızı yeniden ve yeniden sorgulamanızı sağlıyor. Doğru bir olsaydı; bir problemin tek çözüm yolu olurdu. Varılacak köylerin tek patikası olurdu. Ama öyle değil. Konu yaşam olunca kendi patikanızı kendiniz bulmalısınız. Daha önce bulunmuş ve doğru olduğu söylenen yollar sizi varacağınız çözümlere, köylere çıkarmayabilir. Elinizde bilgi yoksa, soru da soramazsınız. Akılcı soruları soramazsanız, yanıtlarınıza da ulaşamazsınız. Çünkü o yanıtlar sizin kendinizi tanımanızı sağlayacak olan yöntemi sunuyor. DNA'nızı, Bedeninizi, Beyninizi, içine doğduğunuz gezegen, coğrafya ve ortamı siz seçmediniz. Bunlar size sunuldu. Uyandığınızda bulduğunuz gerçekliğinizdir onlar. O halde yaşam, tanımak ve öğrenmek değilse nedir?

Neyse lafı çok uzatmayı pek sevmem.. Zarar vermeyin yeter! Yaşama saygı duymak demek; tüm canlı türlerine ve hayat formlarına saygı duymak demek olduğunu anımsamaya çalışın diyerek tamamlamak istiyorum..

Not: Yurtdışı üniversite kurslarını merak edenler için linkler

Coursera
https://www.coursera.org/

edX
https://www.edx.org/

Saturday, 3 September 2016

Evlilik üzerine ilginç birkaç lakırdı...



Bugünlerde genler üzerine çalışırken, beklenmedik makalelere denk geliyorum. Elimden geldiğince de paylaşıyorum. Yapmakta olduğum araştırmamı paylaşmaya kalksam muhtemelen hiç ama hiç ilginizi çekmeyecektir. Muhtemelen okurken kendinizi önce esnerken sonra da uyuklarken yakalayacağınızı tahmin ediyorum.

Neyse, bu sefer denk gelen konu evlilik. Sosyologların yıllar süren çalışmaları sonucunda evlililiğin benzer sınıf, gelir ve eğitim düzeyi bireyler arasında gerçekleştiği sonucuna varılmış olmasına karşın; gen çalışmalarının ortaya koyduğu gerçek ise, çok daha çarpıcı. Elbette benzer sınıf, kişilik ve özellikle eğitim düzeyinin rolü yadsınamaz bir gerçek. Son yapılan çalışmalarla her ne kadar genlerin rolü ilk sırayı aldığı tespit edilmiş olsa dahi  evliliğin sürekliliğini sağlayan temel olgu yine benzeşmeye dayanıyor. (Dikkat karşıtlığa değil! Karşıt bireyler, kutuplar birbirini çeker diye bir olgu mevcut değildir.)

Nasıl olduğu henüz anlaşılamamakla birlikte 6. kromozomu uygun olan ve genetik haritası eşleşen birini eş olarak seçiyor olmamız oldukça ilginç. Bu detaylara ulaşabilmek için bir yığın tıbbi test ve laboratuarda karşılaştırma yapılması gerekmesine karşın; insan nasıl oluyor da dna haritası uygun birini eşi olarak seçebiliyor? Bunu nasıl çözümleyip anlayabiliyor? Hem de farkında bile olmadan! Belki de dna benzerliği insanları benzer yaşam modellerine ve eğitim seviyesine yönlendiriyor olsa da bu fikrin henüz tam olarak kanıtlanmamış bir teori olduğunu belirtmekte yarar var.

Teknik detaylarına girerek lafı çok uzatmak istemiyorum. Özeti yukarıda ilettiğim gibidir ve bence oldukça ilginçtir. Ancak teknik detaylarını merak edenler olabilir diye aşağıdaki linklerde antropolojik açıdan yaklaşımı da değerlendirmek adına Svante Paabo dahil olmak üzere diğer psikolojik (neuroscience), sosyolojik, genetik araştırmaları da veriyorum.


Genomic Assortative Mating in Marriages in the United StatesGuang Guo,1,2,3,* Lin Wang,4 Hexuan Liu,1,2 and Thomas Randall5
Margaret M. DeAngelis, Editor
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4226554/

Sexy Science: Neanderthals, Svante Pääbo and the story of how sex shaped modern humansTabitha M. Powledge | March 6, 2014 | Genetic Literacy Project

https://www.geneticliteracyproject.org/2014/03/06/sexy-science-neanderthals-svante-paabo-and-the-story-of-how-lust-shaped-modern-humans/#.U3rP1C-aEWE

Genetic Match? People Marry Those With Similar DNA
By Stephanie Pappas, Senior Writer | May 19, 2014 03:00pm ET

http://www.livescience.com/45674-genetic-match-marriage.html

Genes matter: People marry mates with similar DNA but different immune systemsAlex Berezow | May 20, 2014 | RealClearScience

https://www.geneticliteracyproject.org/2014/05/20/genes-matter-people-marry-mates-with-similar-dna-but-different-immune-systems/

İlişkilere dair küçük ip uçları..


İlişkilere dair geyikli, ciddili ip uçları..


  • Seven bir kadın, ilk çıkma gününüzü saatine, hava durumuna, o gün ne giydiğine, saçının nasıl olduğuna kadar ömrü boyunca anımsar. Anımsamıyorsa? İlk aldığınız hediyeyi canı pahasına saklar; asla kaybetmez. Kaybetmişse? Bir önceki makaleyi okuyabilirsiniz. Vasopressin ve Östrojen eksikliğine bağlayalım gitsin..
  • Erkekler basit organizmalardır. Bazı karmaşık işleri yapamaz, anımsayamazlar. Örneğin ilk çıkma günü ile ilgili detayları genelde pek anımsayamazlar. 
  • Sevgili primat hemcinslerim; eğer ilişkinizde başınız ağrımasın istiyorsanız ve uzun yıllar boyu başınıza kakılmasından korunmanın yolu nedir diye soruyorsanız ki deneyimle sabittir. Herhangi bir telefonda çalışabilecek ve hatta telefonunuzu değiştirseniz bile yine sorunsuz çalıştırabileceğiniz bir takvim uygulaması edinin. İlk çıkma günü ile ilgili; nem, hava durumu, rüzgar yönü, giyisi, saç rengi, uzunluğu, kıvrım şekli, ortam rengi, yer, koku, yedikleriniz, içtikleriniz, koordinatlar, tarih, saat aklınıza ne geliyorsa veya o an neler görüyorsanız hepsini kaydedin. Göreceksiniz ki ileri bir zamanda inanılmaz kurtarıcınız olacaktır. 
  • Bitmedi! Doğum tarihi, evlenecek olursanız mutlaka yine aynı detaylarla tarih ve saat bilgisini, kilo, boy, ayakkabı numarası vs tüm olmadık detayları kayıt edip; yıllık anımsatıcı olarak ayarlayın. 
  • Bu detayları kadınlar doğal olarak hafızalarına kayıt ettikleri için onlara ayrıca bir öneride bulunmaya gerek yok. Ama eğer erkeğinizin-eşinizin doğum tarihini bir önceki sevgilinizin doğrum tarihi ile karıştırıyorsanız; hiç boşuna çabalamayın derim. Bunu duyan erkeğin sizinle iligili tüm hormonel fonksiyonları anında "off" konumuna geçer ve bir daha da "on" durumuna geçmez.
  • Kadınlar genellikle, duygulu-düşünceli-duyarlı ve akıllı erkeklere olan özlemlerinden bahsederler; ancak yine genellikle hoş-havalı-yakışıklı ya narsist ya da primat erkeklerin peşinden koşmayı tercih ederler. Ve de en komik olanı, bu tip erkeklerin duyarlı ve duygusal olmasını beklerler. Narsist bir erkeğin, kadınına duygulu, düşünceli, duyarlı davranmasını beklemek; çıkmaz ayın çarşambasını beklemekten daha olanaksızdır. Primat grubumuz için ise, bozuk saat bile günde iki defa doğru zamanı gösterir demek sanırım isabetli olacaktır. Buradan çıkacak ip ucu şudur : Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün prensibi kadınların beklediği bir özellik değildir.

Şimdilik bu kadar..


Not : Aklıma geldikçe eklerim..

Friday, 2 September 2016

Aldatma üzerine lakırdı..


Bazen bir konuyu araştırırken karşınıza bir makale çıkagelir. Bu da nereden çıktı şimdi diye kala kalırsınız. Bu gecede işte böyle bir şey oldu. Madem oldu; o halde ben de paylaşayım dedim.

Madem paylaşıyorum; o halde bu sitenin verdiği bilgilerle sınırlı kalmayıp bir de şunu ben araştırayım dedim ve anlatıldığı gibi vazopressin hormonunun oynadığı rolü okudum. Öyle görünüyor ki, bildiğimizin aksine, kadınlar bu hormonun etkisiyle daha çok eşini,partnerini,sevgilisini aldatıyor!


Determination of Vasopressin and Desmopressin in urine by means of liquid chromatography coupled to quadrupole time-of-flight mass spectrometry for doping control purposes A. Thomas a,∗, E. Solymos b, W. Schänzer a, N. Baumec, M. Saugyc, F. Dellanna d, M. Thevis a
https://www.researchgate.net/profile/Norbert_Baume/publication/51745174_Determination_of_vasopressin_and_desmopressin_in_urine_by_means_of_liquid_chromatography_coupled_to_quadrupole_time-of-flight_mass_spectrometry_for_doping_control_purposes_Anal_Chim_Acta/links/00b7d53c767cfe9456000000.pdf

http://www.sciencealert.com/women-with-this-gene-are-more-likely-to-cheat-on-their-partners-research-suggests

Ayrıca yazının orjinalini de bulma şansını, tamamen şans eseri yakaladım.
http://www.independent.co.uk/life-style/love-sex/why-do-we-cheat-studies-suggest-dopamine-and-vasopressin-may-be-responsible-a6716256.html



6 Madde ile Aldatmanın Bilimsel Olarak Açıklaması

 > -



Aldatmanın da bilimi mi olurmuş demeyin. Elbette olur! 
Her duruma olabildiğince açıklama getirmeye çalışan bilimin, sosyal yaşantımızın olmazsa olmazlarından aldatma konusuna açıklama getirmeyeceğini düşünmüyordunuz herhalde, değil mi?

Aldatmanın Bilimi



Aldatmanın Bilimi
İnsanlar neden partnerlerini aldatır? Görünüşe göre, sadece pop şarkılarına ilham olmak için değil. Ünlü bilim kanalı AsapSCIENCE, sadakatsizliğin arkasında bir bilim olup olmadığını öğrenme teşebbüsüyle yeni bir video yayınladı. 
İnsanlar olarak, genel anlamda tek eşli olan birkaç memeliden biriyiz. Yine de, bir partnerle kalmanın evrimsel faydalarına rağmen aldatmak, -her romantik komedi filminin söyleyeceği gibi- oldukça yaygın bir insan davranışıdır. Anlaşılan o ki, aldatmanın sebebi; genetik, hormonal ve sosyal faktörlerin bir birleşimidir. Ve evet, alkol de bu sosyal faktörlerin içinde.

İnsanlar Arasındaki En Yaygın Davranış: Aldatma



İnsanlar Arasındaki En Yaygın Davranış: Aldatma
Partnerinizi aldatmak neredeyse bütün kültürler için hoş olmayan bir durumdur, ama her nasılsa aldatma teması filmlerin senaryosuna tat katar; sayısız kalp kırıklığı ile ilgili şarkıya da ilham kaynağı olur. Peki, her şeyden önce insanlar neden aldatır? Bunun arkasında bir bilim var mı? Memelilerin sadece %3 civarı tek eşlidir ve biz insanlar da bu kategoriye giriyoruz. Eğer evrimsel bir perspektiften bakarsak, tek eşlilik; bir partner yavruları korurken, diğer partnerin yiyecek araması ve kaynakları sağlaması gibi avantaj sağlar. Ama her nasılsa fazladan bir partnerle çiftleşme veya aldatma, insan davranışları arasında oldukça yaygındır.

Aldatmanın Sebeplerinden Birisi de Hormonal Denge



Aldatmanın Sebeplerinden Birisi de Hormonal Denge
Dopamin reseptörlerindeki gen kodu, erkekler ve kadınlarda aldatma konusunda anahtar rolü oynar. Dopamin hormonu ayrıca "mutlu hormon" olarak da bilinir. Bu hormon; egzersiz, yemek yemek ve orgazm gibi zevkli aktivitelerden sonra salgılanır. Bir araştırma, bu genin uzun çiftine sahip olan insanların (%50), kısa çiftine sahip olanlara (%22) göre partnerlerini daha çok aldattığını gösterdi. Uzun gen çiftine sahip olan katılımcıların risk almaya ve alkol tüketimi gibi bağımlılık yapıcı davranışlara yenik düşmeye daha eğilimli oldukları görüldü.

Bir Kere Aldatan, Hep Aldatır...



Bir Kere Aldatan, Hep Aldatır...
Muhtemelen "Bir kere aldatan, hep aldatır" deyimi gerçek hayatta da karşılığını buluyor. Aldatma konusunda vazopresin hormonu seviyesi de etkin bir rol oynuyor. Mutluluk hormonu denilen oksitosine benzer olarak vazopresin, güven, empati ve sosyal bağları etkileyebilir. Aslında vazopresini direkt olarak bir tarla faresinin hormonal sistemine enjekte etmek, tarla faresinin tek eşli olma olasılığını arttırır. 
Ayrıca otizmli insanlar, sosyal işaretleri anlama yeteneğini etkileyen düşük seviyede vazopresin hormonuna sahiptir. 2014'te, 7000'den fazla Finlandiyalı ikizi içeren bir çalışma, aldatan bayanların vazopresin reseptörlerini kodlayan gende bir değişiklik olduğunu, diğer bir deyişle düşük seviyedeki vazopresin hormonunun aldatmada bir etkisinin olduğunu gösterdi.

Aldatma Konusunda Bir Başka Faktör: Para



Aldatma Konusunda Bir Başka Faktör: Para
Aldatma konusunda para da ayrıca bir faktör olabilir; kadın mevkidaşlarına göre önemli derecede daha fazla para kazanan erkekler aldatmaya daha meyillilerdir. Eğer bu kişiler evde kalan erkekler ise eşlerini aldatma olasılığı daha yüksektir. 
Araştırmaya göre partnerlerin ikisinin de kazandığı para aynı seviyede ya da birbirlerine yakınsa, sadece bu durumda aldatma olasılığının önemli derecede azaldığı görülmüş.

Aldatma Yaygın Olarak, Biyolojik ve Genetik Faktörlerden Kaynaklı



Aldatma Yaygın Olarak, Biyolojik ve Genetik Faktörlerden Kaynaklı
Elbette, çözülmemiş duygusal sorunlardan ya da yaşanmış kötü ilişkilerden tutun da, aşırı alkol kullanımına kadar birçok diğer hayat faktörü, eşleri sadakatsizliğe yöneltebiliyor. Maalesef aynı cinsiyet arasında gelişen ilişkiler tam anlamıyla kavranacak kadar araştırılmadı, ve bilimsel araştırmalar da belirli azınlık gruplarını bu araştırmalara dahil etmemeyi sürdürüyor. 
Her halükarda aldatma denilen olgu, tek eşli olmamıza rağmen bazılarımız için açık bir şekilde biyolojik ve genetik faktörlerden kaynaklıdır.