Bir yüzyılın yarısını tamamlamama birkaç ay kalmışken yaşamın bana ne öğrettiğini paylaşmak istedim. İnsan, genç yaşlarında birçok umut ve planla hayata bağlanır. Yaşama dair farkındalığı oluşmaya başladığında öncelikle aldığı eğitimi iyi bir iş ve kariyere çevirmeyi düşünür. Temel ihtiyaçların ötesini hayal eder. Bu inişli çıkışlı bir yolculuktur. Kimi zaman elde eder; ama kimi zaman kaybeder. Başarı, sürekli değildir. Eğer hatalarından faydalanmayı öğrenebilirse; hatalar, bir sonra ki adımında ona yol gösterici olur. Başarı daha rafine, daha sistematik olmaya başlar. Yeniden ve sıfırdan hayata başlamak zorunda kalsa dahi bu veriler sayesinde ayaklarının üzerine kalkmayı ve dengeyi bulmayı başarır.
Buradaki en kritik nokta, dürüst ve çalışkan olmakla ilgilidir. Yanlış ve kanun dışı yollara sapanlar için çok bir önerim olamaz. Yol, geniş bir patikadır ve bir çok şeritleri olsa da, yolda kalmaya çalışın demekten başka bir şey söyleyemem.
Yaşamın bana öğrettiği diğer bir temel ise; kişi öncelikle kendi hayatından sorumludur. Büyük hayaller ve düşünceler (politik-siyasal) peşinde koşup sağa sola savrulmak yerine kendi yaşamını makul ve insani seviyeye getirmeye çalışmalıdır. Başlangıç noktanızda çok şanslı olmayabilirsiniz. Ailenizden büyük paralar, arsalar, evler ya da işler kalmamış olabilir ki ben de sonuçta bir memur çocuğu olarak hayata başladım. Babamın tekrar tekrar söylediği bir söz vardı "altın bileziğin aldığın eğitim ve sana öğrettiğim dürüstlük, doğruluk, çalışkanlıktır oğlum. Karşına zorluklar çıkacaktır. Yılmayacaksın. Ayağa kalkıp yeniden başlayacaksın. Hayatta bir amacın olmalı. İşte o zaman yaşam sevincini kimse elinden alamaz. " derdi. Çok doğruydu. Çünkü yaşam denen yolculuğun en güzel kısmı o amacınıza ulaşmak için verdiğiniz çabalarınızdır. Amacınıza ulaştığınızda hissettiğiniz deli gibi bir sevinçten ziyade bir durgunluk, durağanlık halidir. Kısa süre sonra sizi yaşlanmaya iter. O halde yapılması gereken doğru seçenek; amacınıza ulaşmaya yakınlaştığınızda kendinize yeni bir amaç, yeni bir hedef koymaktır ki yolculuk devam etsin.
Neden mi? İlk önce böyle yaparak yaşam sevinci ve enerjinizi sürekli tazelemiş oluyorsunuz. İkinci olarak ki bence daha önemli bir noktadır; yaşam bir serüvenden çok bir eğitim alanıdır. Öğrenmeyi bıraktığınızda işte asıl o zaman ölmeye başlıyorsunuz. Önce yerinizde sayıyorsunuz. Eğlence ve keyif geliyor ardından. Sonra bir bakıyorsunuz ki eğlence ve keyif aslında sizi mutlu edemiyor. Sürekli eksikliğini hissettiğiniz şeyi aramaya başlıyorsunuz. Ama o durumdaki bu arama daha çok yitirdiğiniz inciyi karanlıkta aramaya benziyor.
Yıllar geçtikçe, sizden beklenen sorumlulukları da şikayet etmeden yerine getirmeyi öğreniyorsunuz. Bunlar arasında ailenizle, akrabalarınızla ilgilenmek var. Onları mutlu etmeyi öğreniyorsunuz. Sonra, eğer evlenmiş ve çocuklarınız olmuşsa, onların ihtiyaçları geliyor. Bunlar sosyal bir organizmanın yapması gerekenler olduğu kadar asıl mutluluğun yalnızca kendinizi tatmin etmek değil aynı zamanda sizin dışınızdaki diğer insanları mutlu etmek olduğunu da anlıyorsunuz.
Herkesin gönlüne göre olsun diyelim ama
bir kez evlenip boşanmış ve ikincisini deneyip; çok şükür direkten dönmüş biri olarak kendimde fark ettiğim diğer bir nokta ise; toplamda yaklaşık 15 yıl sonra, yalnız yaşamaktan mutlu olduğumu öğrendim. Bunu laf olsun diye söylemiyorum ya da yalnızlığa övgüler falan yağdıracak değilim. Fakat yalnız olmak benim için rahat ve keyif verici bir yaşam şekli. Çünkü kendimi geliştirmeye ve hobilerime zaman ayırabiliyorum. Örneğin bir yıl içinde üç yurt dışı üniversiten üç farklı bölümü bitirdim. Sınavlarımı verdim. Sertifika almaya hak kazandım. Ve halen iki bölümün üst seviyeli derslerine devam ederken; bir üçüncüsünü planlıyorum. Yazılar yazdım; resimler yaptım. Gidip görmeyi çok arzu ettiğim yerleri gidip görme fırsatı elde ettim. En güzel tarafı ise; bütün bunları yaparken hiç başım ağrımadan yapabildim. En azından geri kalan yaşamımı böyle sürmek istediğimi biliyorum.
Akşamları yemeğimi yapmaktan çok keyif alıyorum. Görebilseniz; muhtemelen ya şaşırırdınız ya da deli derdiniz. Ancak çoğu zaman ya ıslık çalarak ya da dans ederek yemek yapan bu adama şaşkınlıkla bakardınız!
https://www.youtube.com/watch?v=5x4BFZjLMmU
Bilgi ve öğrenme insana değer ve yaşamına anlam katıyor elbet ancak başka değerler de var. Yalnızca beynimizin sol tarafıyla yani mantığımızla yaşamak eksik kalırdı. Kalbimiz (yüreğimiz) dediğimiz sağ tarafını da denge içinde kullanmamız gerekli. O bölümde sevgi var, şefkat var, renkler var, gün doğumları ve gün batımları var, akşam ezanları var, merhamet var, yardımlaşma var, empati var... Müzik mi? İşte o muhteşem bir şey. Müzik her iki yanımızı besleyebilen tek şey. Blues ise, ruhunuzdaki tüm delikleri örtebilen tek müzik formu.. Belki de bu nedenle neredeyse tüm müzik formları, folklörleri içinde blues'u bulabilirsiniz.
Olumsuz şeyler de öğrenmediğimi düşünmenizi istemem. Herkes gibi ben de yaşamın olumsuz yönlerini deneyimledim. Örneğin, sevip, varımı yoğumu verdikçe insanların daha çok istemelerine, ihanetlerine ve düşmanca davranışlarına tanık oldum. Onlardan bir şey isteyecek olduğumda; hırçınlaşıp, daha düşmanca, daha saldırgan davrandıklarını gördüm. Ve sonuçta bazı insanların eğitilemediğine ve gelişemediğine şahit oldum.
Gariptir; örneğin bilim, yaşamın tanımı, ekonomik sistemler, müzik, zaman ve daha birçok felsefi konudaki hayata bakışım ile ilgili olarak, 17 yaşlarımdaki düşüncelerim ile halen aynı görüşteyim. Detaylar üzerine epey ekleme yapmış olmama karşın, temelde aynı paralel veya aynı çizgide olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Peki o halde değişen ve gelişen neydi?
Değişen şey, karakterimdeki sivri hatlar. Ani kararların yerini ağır başlı ve sabırlı düşünce aldı. Deneyimlerin kattıkları var sonra. Her şeye ve herkese olumlu gözlüklerle bakamıyor insan. Daha bir tedbirli, daha dikkatli seçiyor adımlarını. Lafın özü, kişiliğiniz törpüleniyor, yeniden biçimleniyor geçen yıllarla. Tıpkı, kumsaldaki pürüzsüz oval, yarı mat, yarı parlak taşlara dönüşüyor tüm dikenli taraflarınız.
Gelişen kısım ise, kendinize kattığınız bilgi. Bilgi, daha önce düşünüp, inandıklarınızı yeniden ve yeniden sorgulamanızı sağlıyor. Doğru bir olsaydı; bir problemin tek çözüm yolu olurdu. Varılacak köylerin tek patikası olurdu. Ama öyle değil. Konu yaşam olunca kendi patikanızı kendiniz bulmalısınız. Daha önce bulunmuş ve doğru olduğu söylenen yollar sizi varacağınız çözümlere, köylere çıkarmayabilir. Elinizde bilgi yoksa, soru da soramazsınız. Akılcı soruları soramazsanız, yanıtlarınıza da ulaşamazsınız. Çünkü o yanıtlar sizin kendinizi tanımanızı sağlayacak olan yöntemi sunuyor. DNA'nızı, Bedeninizi, Beyninizi, içine doğduğunuz gezegen, coğrafya ve ortamı siz seçmediniz. Bunlar size sunuldu. Uyandığınızda bulduğunuz gerçekliğinizdir onlar. O halde yaşam, tanımak ve öğrenmek değilse nedir?
Neyse lafı çok uzatmayı pek sevmem.. Zarar vermeyin yeter! Yaşama saygı duymak demek; tüm canlı türlerine ve hayat formlarına saygı duymak demek olduğunu anımsamaya çalışın diyerek tamamlamak istiyorum..
Not: Yurtdışı üniversite kurslarını merak edenler için linkler
Coursera
https://www.coursera.org/
edX
https://www.edx.org/