Friday, 14 June 2019

Neden buradayız? Neden yaşıyoruz? Yaşamın anlamı nedir?


Bu soruları sormaya başlamadan önce bazı temel bilgilere sahip olmamız gereklidir.

Üzerinde yaşadığımız gezegen "dünya" güneşin etrafında döner. Güneş ise içinde bulunduğumuz gökadanın (galaksinin) merkezi etrafında döner. Samanyolu galaksisi ise sonsuz uzayın derinliklerine doğru yol alır. Dünyanın, güneş etrafındaki bir turu yaklaşık 365 gün alır. Aynı zamanda Güneşin, kendi turunu tamamlaması yaklaşık 226 milyon yıl alır. Galaksimiz ise saatte yaklaşık 792,000 km/sa hızla yol alır. Hızların toplamı ise yaklaşık 1,500,000 km/sa eder. Bu açıdan baktığımızda, üzerinde yaşadığımız gezegen "dünya", uzayın içinde bizi taşıyan ve saatte 1,500,000 km/sa hızla giden bir uzay aracıdır.  Bu arada, yalnızca samanyolu galaksisinde yüz milyarlarca gezegen ve yaklaşık 200 milyar adet güneş (yıldız) vardır. Bu sayılar, yalnızca tek bir galaksi içindir. Yani Samanyolu galaksisi için. Evrende hesap edilmiş 12 trilyon galaksi (gökada) bulunur. Aslında bu sayının çok daha fazla olma ihtimali vardır. Daha gelişmiş teleskoplar yapıldıkça, daha net sonuçlara ulaşılıyor.

Şimdi bu soruları tekrar soralım. Neden buradayız? Neden yaşıyoruz? Yaşamın anlamı nedir?
Bilim hakkında yeterli bilgiye sahip olunmadığı zamanlarda; anlam bilim yani ilim icat edilmiş. Önce Mezopotamyalı ve çok daha sonra  Antik Yunan düşünürleri bu konuya kafa yormuşlar. Yaşamın bir anlamı olup olmadığını; ellerinde hiç bir bilimsel veri olmadan anlamaya çalışmışlar. Dinler, bu konuda bazı fikirler vermiş elbet ama dinin asıl görevi gereği dünyada dengeli ve mutlu yaşamı işaret etmişler. Fakat, insan bununla yetinmeyip anlam bilimi icat ederek; kendince çıkarımlarda bulunmaya başlamış. Böylece fraksiyonlar oluşmuş. Her düşünür, kendince bir anlam "mana" yüklemeye çalışmış.

Şimdi gezegenimize yani dünyaya dönüp bakalım. Dünyadaki yaşam bitkiler ile başlayıp hayvanlar ile gelişmiş. Bir ormanı analiz ettiğinizde şu verilere ulaşıyorsunuz. Ağaçlar ve bitkiler evrimsel süreçte en gelişmiş türü temsil ediyor. Ardından böcekler, karıncalar, arılar ve kuşlar geliyor. Bir ormanda hayvan hayatının oluşabilmesi için zemini bitkilerle ortaklaşa çalışan bu canlılar sağlıyor. Böylece hayvanların doğmasına ve gelişmesine imkan sağlanmış oluyor. Elbette akarsu, yağmur yani su diğer çok önemli faktör. İnsan, bu süreçte epey sonra oluşabilmiş bir canlı türü. En zeki ve yetenekli olduğuna inanan bir canlı türüdür. Oysa, ağaçların yanında evrimsel gelişmişliği çok geridedir. Bizim teknoloji ile yapabildiklerimizi ağaçlar milyonlarca yıldır zaten yapıyorlar. Örneğin iletişim. Toprağı kullanarak, çok ciddi uzaklara haber gönderebiliyorlar. Kendi aralarında iletişim var. Anıları var. Ebeveynlik yapıyorlar. Görme yetenekleri oldukça gelişkin. Elbette her canlı besin zincirindeki rolüne göre görme yeteneği kazanır. Dalga boyu yani spekturum açısından bakıldığında bizden çok daha geniş bir aralığı görebilirler. Böylece mevsimlerin değişimini, henüz değişmeye başlamadan bilirler. Koku alma yetenekleri olağanüstüdür. Neyse, bitkilerin muhteşem dünyasını anlamak yerine konumuza dönelim.

Anlam bilimciler, kendilerinin anlattıkları anlamların ulaşılmaz nitelikte üstün olduklarına inanırlar. İnanç, komik bir ifadedir. Çünkü elinizde hiçbir veri, delil olmadan yalnızca inanırsınız. Onlar da yüzyıllar boyunca böyle yaparak peşlerinden yüz binlerce insanı sürüklemişler. Fakat hiçbirinin aklına aynı soruyu örneğin karıncalara sormak gelmemiş. Hey karınca kardeş; yaşamın anlamı nedir? Zor şartlara hazırlanmak, çalışmak, korunmak, öğrenmek, sistemler geliştirmek ve üreyerek neslin devamını sağlamak diyebilirler. Aslında biz insanlar için de durum benzerdir. Biz de toplayıcıyız. Karıncalar, tarım yaparlar. Biz de yaparız. Sonuç olarak benzer amaçlarımız var. Bir canlının yaşama amacı; onun varlık nedenini de oluşturmaz mı? Diyebilirsiniz ki;  bizler içinde bulunduğumuz uzaya da ulaşabiliyoruz. Evet! Bunun öğrenmek ve anlamak dışında nasıl bir anlamı olmasını isterdiniz?
Fakat biz insanların ruhları var. Peki. Eğer bizim ruhumuz varsa; diğer tüm canlıların da vardır. Ne farkımız var ki? Yok hayır. Onların ruhları yok. Yalnız bizim var. Vayy! Ego hissediyorum. Bizi içten kemiren ve öldüren ego'dan başka nedir ki? Savaştıran, hep daha fazlasını isteten; yetinme duygusunu körelten; durmadan daha fazla, daha fazla...yetmez, bu da yetmez daha fazla dedirten nedir? Ego! Büyüklenme. Böbürlenme. Kendini önce diğer canlılardan daha sonra da diğer insanlardan üstün görme hastalığı.

Sonuç olarak lafı çok uzatmadan bağlamak istiyorum. Anlam ve ruh peşinde koşmak yerine daha fazla öğrenme ve öğrendiklerinizi anlama peşinde koşun.

Bu arada şu videoyu izlemeyi ihmal etmeyin :

https://www.youtube.com/watch?v=N4y1WDl-WP8



No comments:

Post a Comment