Thursday 13 June 2019
Klasik Müzik Akademileri
Dünyanın en ünlü kentleri, başkentleri klasik müzik akademilerine ev sahipliği yaparlar. Böylece her yıl on binlerce genç bu akademilere girerek müzik dünyasında bir yere sahip olabilmeyi hayal ederler. Bir yere sahip olma ifadesi; genelde ünlü olma, kabul görmüş müzisyenler arasında olabilme, dünyayı konserler sebebiyle dolaşma ve zengin olabilme hayallerini besler. Eğitimlerin temelinde müziğe değer katma, geliştirme, ileri taşıma gibi konular yer almaz. Daha çok eskiler alır, eskiler satarlar. Mezun olana dek bunu sürdürür; akıllarını eskilerle doldururlar. Bu açıdan bakıldığında bu akademilerin tamamı müzik tarihi öğretmektedir. Aslında müzik akademisi değillerdir. Tarih okullarıdır. Bunu ifade ederken; lokal folklorü dışarıda bırakıyorum. Çünkü folklör, ilgili toplumun kültürel parçasıdır. Gelişmeye yönelik çok bir çaba harcanmamasını kısmen doğal kabul etmek mümkündür. Çünkü folklörü derleyip, yeniden yorumladığınızda, folklorik çağdaş müzik elde edersiniz. Toplumun eski kültürünü, yeni kuşaklara aktarmak istemesini anlamak mümkündür. Ancak klasik çok sesli müziğin folklorik bir yapı olarak algılanıp, nesilden nesile aktarılması bana göre anlamsızdır ve hatta müziğin gelişiminin önünü tıkayan bir anlayıştır. Bunun yapılması iki nedene dayanabilir. Ya eğitim politikası köhnedir. Ya da emperyalist politik bir amaç güdülmektedir.
Örneğin Avusturya'nın Arnold Schönberg'e sahip çıkmaması çok anlaşılır değildir. Modern müziğe en büyük katkıyı 12 tonlu yapısı ile Schönberg sağlamıştır. John Cage, Henry Cowell, Vincent Persichetti, Sergei Prokofiev gibi müzisyenlerin katkıları da ayrı tutulamaz. Klasik müzik, temelde dans figürlerine dayanır. Bu nedenle movement'lar yani hareketlerden (yürüyüşlerden) meydana gelmiştir. Bu movement'ları (müzikal yürüyüşleri) eski Avrupa saraylarındaki dansların müziği olarak ifade edebiliriz. Daha eskiye gittiğinizde Bach döneminde kilise için yapılan müzikeri bulursunuz. Daha da eskiye gittiğinizde Pagan müziklerini görürsünüz. Pagan ve kilise ikilisinde madrigallleri görebilirsiniz. Avrupa kıtasında daha eskiye gitme şansınız yoktur. Artık Mezopotamya tarafına dönmelisiniz. Burada mezopotamya müziğinin köklerini bulabilirsiniz. Neyse, burada müzik tarihini tartışmak istemiyorum. Fakat elbette müzik tarihini bilmek önemlidir. Çünkü insan, mağaralara resimler çizdikten hemen sonra müzik ile kendini ifade etmeye başlamıştır. Hatta konuşma ve yazı dilinin gelişmesinden bile eskiye dayanır.
Fakat üzerinde durmak istediğim müzik akademilerinin tarih dışında bir bakış açısına sahip olmamaları ve öğrencilerine gelişmeye açık bakışı veremedikleri için müzikal yaşamı kapitalist anlayış satın almıştır. Böylece "pop" çağı doğmuştur. Popüler müzik, hızlı üretilen ve çabuk tüketilen, sahne şovlarına dayanan bir yapıdır. Çiğne ve tükür içinde üretilir ve tüketilir. Rock müzik pop müzikle aynı kaderi paylaşır. Jazz başlı başına ayrı bir konu. Hatta ayrı bir kültürdür demek doğru olur. Onun için burada o konuya girmeyeceğim.
Eğer dünyanın önde gelen müzik akademileri, müziğin gelişimi ve halka ulaşması konusunda programlara öncülük etmezlerse büyük ihtimalle yüzyıl içinde tarihi eserler müzelerine dönüşeceklerine inanıyorum. Elbette kendini elitin eliti zanneden bir takım primitif entelektüel lümpenler olacaktır.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment