Tuesday 29 November 2016

Yollarda - On The Road



Bilmem bir şey çağrıştırdı mı? :)

https://drive.google.com/open?id=0B2RtiDkxhYehVWp5VjVXZlo2Mk0

Cennetin içinden geçtim; cehennemin kıyısında yaşadım. Aslında yanlış. cehennemin kıyısında hep birlikte yaşıyoruz. Bugün soluk alabiliyoruz. Ama ya yarın.. çok yakın bir gelecekte? Gezegenizimin oksijen ihtiyacının %70-85 aralığındaki miktarını okyanuslar üretiyor. Gezegenin %71'i denizlerle kaplı ve bizler yaklaşık 45 yıl içinde denizlerde yaşayan canlı hayatın yarısını öldürdük. Bunu kirleterek yaptık!
Kirliliğin %80'i karadaki kirli teknolojimiz ve atıklarımızdan kaynaklanıyor. Ve ayrıca toplam plastik kirliliğin %60'ına (8 milyon ton plastik demektir) gelişmiş ülkelerin (İlgiltere, ABD, AB) yanı sıra şu beş ülke neden oluyor.  Çin, Endonezya, Filipinler, Vietnam ve Tayland. Bu veriler ışında, 2020'li yılların başında 200 milyon ton plastiğe ulaşacağını hesap etmekte zorlanmıyoruz.

Tablo bununla da kalmıyor. CO2 emisyonunun %30'u denizler tarafından emiliyor. Böylece deniz yüzeyinin yanı sıra, içeriğini (kimyasal yapısını) ve tabandaki canlı yaşamını, atmosfer ile birlikte bozunuma uğratıyoruz. Aslında en tehlikeli boyutu burada yatıyor. Aşırı avlanma ve trol teknikleri ile deniz yaşamını geri dönüşümsüz olarak yok ederken; CO2(karbon diokist) ve CO (karbon monoksit) ile ana yapısını (bileşiğini) öldürüyoruz.

Deniz kıyılarında veya nehir kenarlarında kurulmuş olan nükleer santraller ile radyoaktif atıklar ile kirlenmeyi kartezyen olarak hızlandırıyoruz. Nükleer santrallerin, su kenarlarında kurulmalarının ana nedeni, kontrolü imkansızlaşan, aşırı sıcak radyoaktif tepkimenin su ile soğutularak yönetilebilir hale getirilmesi zorululuğundan kaynaklanıyor.

2016 itibariyle gezegenin CO2 oranı 400PPM eşiğini aşmak üzeredir. Bunun pratikteki anlamı şudur: 400PPM den sonra, CO2 salınımını durdursak bile bilinen bilimsel yöntemlerle tepkimenin geriye dönüştürülmesi imkansızdır. 400PPM veya üzerindeki kirlilik kalıcı olarak kalır ve geri dönüştürülemez. Tahammül edilebilir CO2 kirlilik oranı en çok 350PPM'dir. 400PPM'den sonra tüm gezegen kalıcı olarak zehirlenmeye başlar. Fakat henüz bunun ne gibi kalıcı hasarlar bırakacağını ön göremiyoruz. Kimse ön göremiyor. Tek bilinen, topluca zehirlenerek ölmeye başyacağımızdır.



Dün gezip gördüğümüz güzellikleri, hayatlarımızın geri kalan bölümünde tekrar göremeyeceğimizi ve 400PPM'i geçtikten sonra yaşam süremiz içinde bilimsel olarak bunun çözüm yollarını bulma ve uygulama şansımızın olmadığını bilerek sesleniyorum.

Herşey bir anı gibi zihinlerimizde kalacak ve gelecek nesillere ancak bu anıları anlatabileceğiz.

Bugünümüzü şekillendiren, dün seçtiklerimizdir. Dün aldığımız kararlardır. Geleceğimizi şekllendirecek olan ise, bugünkü seçimlerimiz ve kararlarımızdır.

Evet, teknolojimiz hızla ilerliyor. Fakat gezegenin ihtiyacı olan yönde değil. AI (Yapay Zeka) konusunda inanılmaz yol aldık. IBM'in nörosinaptik çipi (neurosynaptic-chips) ile bilgisayarlarımız artık düşünebiliyor. Silikon vadisinin büyük IT firmalarının çalışmaları ile bilgisayarın tek yapamayacağı şey olduğunu düşebileceğimiz sürrealist ve kübik tablolar yapabildiklerine şahit oluyoruz.

3D yazıcılar ile organlarımızın taklit yedeklerini hızlıca üretebilir hale geldik. Evet bunlar bugünümüzü şekillendiriyorlar ve geleceğimizi daha kalın çizgilerle şekillendirecekler. Fakat, görmeyi kabul etmediğimiz sorun şu ki; çok kalın kafalıyız ve üzerine bindiğimiz dalı kesiyoruz. Gezegenimizi geri dönüştürülemez hale getirmek üzereyiz!

Ne yapabiliriz?

Öncelikle bu gerçeği hepimiz anlamak zorundayız.
Ürememizi mümkün olan en alt seviyeye çekmeliyiz.
Fosil yakıtları hemen durdurmalı ve nükleer santralleri kontrollü olarak kapatıp; yörünge dışına taşımalıyız.(önümüzdeki yy içinde atomaltı parçacık fiziğindeki gelişmelere kadar, gezegeni korumak zorundayız)
Üretimi kirlilik yaratmayacak yöntemlere dönüştürmeliyiz. Bunun başlangıç noktası pek sevimli görünmese de az olanla idare etmek mantığına dayalı az üretim-tüketim ilişkisi içinde solar/rüzgar/dalga ve jeotermal kaynaklardır.
Birlikte düşünmeli ve tartışmalıyız ki yeni yöntemler geliştirme şansına sahip olalım.
Doğal kaynakların verimliliğini, onlara zarar vermeden maksimize edebilelim.




İnsanın doğaya (gezegene) yaptığı şiddeti durdurduktan sonra, bir de insanın insana yaptığı baskı ve şiddeti durdurabilirsek; gezegen tekrar yaşanacak cennete, evimize dönüşür!


Bali. Endonezya'ya bağlı bir ada. Popüler isimleriyle, "sevgi adası", "aşk adası", "barışın adası", "dünyanın sabahı", "mutluluk adası" veya " Tanrıların muhteşem eseri".

Konuyla ne ilgisi var? Şimdi nereden çıktı Bali adası? diye düşünebilirsiniz. Haklısınız. Fakat değilsiniz! Çünkü;
Bali adası geçimini pirinç, kendi kültürel sanatı ve Turizm'den sağlar. Ancak, hükümetin aldığı bir kararla Bali'nin muhteşem sahillerinde yapılacak oteller bir hindistan cevizi ağacından yüksek olamaz ve doğal yöntemlerle inşa edilmelidir. Adaya tam anlamıyla barış hakimdir. İnsanlar, farklı ırk ve dinlere mensup olmalarına karşın tam bir kültürel denge içinde, mutlulukla yaşamaktadırlar. Küba'yı örnek gösterenlerin utanacağı cinsten bir huzur, özgürlük ve mutluluk adasıdır Bali. Turizm ve global ekonominin oluşturduğu baskıya karşın; bunlara pek de aldırmadan sonsuza dek sürecek denge ve mutluluklarını yaşarlar. Aldırış etmeyişleri ve kendi kültürlerine bağlı inançları nedeniyle; batılıları şaşkınlığa uğratmış ve sonunda UNESCO Dünya mirası listesinde yerini almıştır. Sanırım bu kadar temel bilgi yeterli.


Buradan varacağımız sonuç nedir? Şudur!
Dünyanın teknolojik olarak sıfır gelişmişlikte olan bir ülkesi, hem gelir seviyesi hem de ihtiyaçlarını karşılamada mutluluk açısından dünyanın en gelişmiş ve en az kirlenmiş noktalarından biridir. Fakat üzerinde düşünmemiz gereken çıkarımlar bununla sınırlı değildir.



Bu cennet adayı görmelisiniz. Ve ardından dünyanın böyle muhteşem cennetlerle dolu olduğunu anımsamalısınız. İşte o zaman, gezegeni kirletmeye, yok etmeye karşı çıkmaya başlarsınız. Onu korumak istersiniz. Asıl o zaman, dünyayı koruma fikri, yalnızca bir düşünce olmaktan çıkıp; hayatınızın gerçekliği olmaya başlar.

Nasıl bir teknoloji geliştirmeliyiz ki; bizim yaşadığımız şehirlerimiz de böyle birer cennete dönüşebilsin diye üzerinde kafa yormaya, çalışma grupları oluşturmaya ve temiz, doğal, yapaylıktan uzak, sürdürülebilir şehirler yaratmaya odaklanmaya başlarsınız.



Dilerim daha çok insan, çok daha fazla insan buna inanır!
Az nüfus, gezegen ile uyumlu temiz teknoloji, dengeli üretim-tüketim ve cennet bir dünya!




Kyoto'da huzurlu bir bahçeden seslenmek üzere şimdilik hoşçakalın.
Sevgi ve umutla kalın.




Referanslar:





No comments:

Post a Comment