Tuesday, 4 October 2016

İnsanlar

İnsanların arasında dolaştım; konuştum,  arkadaş oldum. Yaşamın bana öğrettiklerini öğrenmişler mi diye baktım. Onların öğrendiklerini dinledim. Uzunca dinledim. Kimi zaman çocukların daha net düşünebildiğine şahit oldum. Gariptir ki daha çok bildiklerini gördüm. Yaşları ilerledikçe maskeler taktıklarını fark ettim. Korktuklarını. Neden? Kimden? Ya deneyimleri sebep olmuştu ya da önyargıları. Bu önyargıları o minik beyinlere kimler ekmişti? Fakat sonuçta hepsi ama hepsi mutlu olmak istiyorlardı. Mutluluk tanımları farkı olsa da ortak paydada duydukları özlem ya maddiyat ya da aşkla ilgiliydi. Maddiyatı benzer tanımlamasalar da, aşk anlayışları kesinlikle farklıydı. Aşk, ulaşılamayandı, özlemdi, buluşmaydı, seksti, bir ömürlük eşti ya da eğlence ve kahkahaydı.

Bütün dinlediklerimin mutlaka siyasi, sosyal bir yönü vardı. Çünkü hayatın anlamını, huzuru ve dengeyi sistemlere bağlıyorlardı. Sorumluluk sistemindi ya da suçlu oydu.
Sistem onlara dayatılmıştı. Kimse içinde yaşadığı sistemi seçmemişti. Konular ve konuşmalar böylece uzayıp gidiyorken gökyüzüne bakıp nerede soluk alıyorum diyenle karşılaşmadım. Hayatın gerçeğini dünyanın kendisinin dışında,  diğer bir deyişle bilimin hayatı öğrettiğinin dışında aradıklarını gördüm. Böylece kimileri öğretilere sığınmış; kimileri herşeyi reddediyor ve olanaksız umutları yaşamına umut katığı yapıyordu.

Ne anlatabilirim diye defalarca düşündüm. Anlatamazdım. Duymayacaklardı. Çünkü duyamayacak derecede kendilerine batmışlardı.

Siz olsanız ne yapardınız?
Ben de öyle yaptım ve anlatmaktan vazgeçtim.
Sustum.
Dinledim.

Bu arada hava birden soğudu. Tabletin üzerinde gezinen parmaklarım adaların serin rüzgarıyla üşümeye başladı. Hoşçakalın. Ben eve gidiyorum.

No comments:

Post a Comment