Saturday, 23 October 2010
Tüketim Manzaraları
Şehrin göbeğinde, işlek caddeye bakan bir cafe'ye kurulmuşum ve elimde orta şekerli bir kahve... şimdi keyifle izlerim akıp giden şehir manzasını. Bir taraftan da ahkam keserim; hatta hariçten gazel bile okurum artık.
Ama anlatacağım konu aslında çok da keyifli değil ama biz yine de elimizden geleni yapalım diyorum.. Beni düşündüren ve üzen şey; aslında yıllarca tam da merkezinde çalışıp ve fazlasıyla da katkı yaptığım hızlı tüketim konusudur. Büyük hiper market zincirinin birinde proje müdürü olarak beş yıla yakın çalışıp londra'da öğrendiklerimi güzelim ülkemizde uygulamaya çalıştım.. vatandaşıma daha çok nasıl harcama yaptırırım, sepet ortalamasını nasıl arttırırız üzerine altmış hipermarketin yönetim biçimini - iş yapma süreçlerini- değiştirdim; yerine göre kadrolarını düzenledim.
Bugün bu cafe'den geçmişe baktığımda aslında yaptığımın çok hayra değer, teşekkür edilecek birşey olmadığını kendimi biraz da kınayarak görüyorum... Tühh ne yapalım oldu bir kere demekle de olmuyor.. O günlerde koyduğum sistem halen cap canlı ve tam gaz çalışmaya devam ediyor ve daha bir sürü şey..
Hızlı tüketim kabusu geldi geleli neler değişti.. neler olmakta bir düşünelim. Aslında temel hedef sizin yani tüketicinin konu üzerine fazla düşünmemesini - ironik- ve ihtiyacı olmayan ürünlere ihtiyaç hissettirme veya içinizdeki doymak bilmez canavarı tetikleme üzerine kurulu. Birkez zokayı yuttuğunuzda artık geri dönüşünüz sigarayı bırakmaktan daha zordur. Bu alışkanlıktan kurtulabilmeniz için cidden ama gerçekten ciddi bir eğitim veya psikolojik hatta travmatik tedaviden geçmeniz gerekecektir. Ya da iflas etmelisiniz ya da işsiz ve beş parasız kalmalısınız... Sitemin sizi dışarı atabilmesinin yegane kuralı sizden alabileceği birşey kalmamasıdır. O zaman F tipi ve hatta onunda altında bir müşteri - tüketici grubuna indirgenirsiniz ki ancak bu durumda size herhangi bir el uzanmaz. Ohhh kurtuldum diyemezsiniz çünkü o durumda başka sorunlarınız olacaktır; neyse bu başka bir öykü konusu.
Tekrar dönelim hızlı tüketim sosyo-patolojisine..
Bu hastalık sizi cepten tırnağa ve beyincikten omurilik soğanınıza kadar esir alır. En tipik hali televizyon karşısında ses çıkarmadan gözleri pörtlemiş halde .. "evet bu traktör lastiklerine çoook ihtiyacımız var" diyerek; sessizce ve çaktırmadan düşünürsünüz (çünkü önce alan %20 indirimden faydalanacaktır.. kimsenin duymaması lazım.. di mi) ve çay reklamı çıkana kadar koltukta kıpırdamadan - uslu uslu- zombi gibi oturursunuz. Başka tipik durum ise hipermarketlerde yaşanmaktadır. Taaa ki kasadan geçinceye kadar uyku hapı yutturulmuş gibisinizdir. Bir ara karınızın bet sesiyle ya da çocuğunuzun "baba baba" seslenişleriyle ayılır gibi olursunuz ama nafile artık kasiyer şifrenizi almıştır .. geçti (kısa bir boşluk anı) artık uyanabilirsiniz. Çıktığınızda bir sürü poşet içinde öyle çok lüzumsuz ve ihtiyacınız olma ihtimali bile olmayan ve hatta sağlınıza zararlı öyle çok ürün vardır ki bu tüketim hastalığından kurtulmadan bunu anlayabilmeniz neredeyse mümkün değildir.
Umarım bu yazdıklarımı duyabiliyorsunuzdur... Çünkü diğer bir semptomu, tüketim karşıtı ifade ve cümleleri duymama veya anlayamama şeklinde kendini gösterir. Sanki aranızda bir ses perdesi vardır ve karşınızdaki sizi duyamamaktadır. Bunu arada çıkardığı haaa hııı gibi sesli ifadelerden anlarsınız. Derken birden yani ansızın size dün satın almış olduğu ve çooook gerekli olan kereviz sapı sıkma makinesinin fayda ve gerekliliğini anlatır bulursunuz. Sonra bir de yeni cep telefonunu gösterir. Eskisi çook eskimiştir alalı kocaman bir altı ay olmuştur. Adeta geçen yüzyıldan bahseder gibidir...
Tüketim hayatımızın amacı ve merkezi olunca neler tüketim olmaz ki... Artık maddeden kendini soyutlayan tüketim sosyo-patalojisi vücut bulmuştur ve arkadaşlarınız, aileniz, dostlarınız, sevgileriniz, aşklarınız, gezileriniz ve hatta gün batımlarına sızmıştır.. Artık herşey tüketimdir. Satın alınır, kullanılır ve çöpe atılır... İnanmışsınızdır. Yaşam yalnızca bir tüketimdir.
Duymasanız da .... Geçmiş olsun...